Tekil Mesaj gösterimi
Alt 10 - 07 - 2014, 15:20   #3 (permalink)
Çevrimiçi
aSpeNDos Konuyu Baslatan
Kullanıcıların profil bilgileri ziyaretçilere kapalı
Cevap: NİSA SÛRESİ Tefsiri


59. Ey imân edenler!. Allah Teâlâ'ya itaat ediniz ve Peygamber'e de ve sizden olan emir sahiplerine de itaatte bulununuz. Sonra birşey hakkında ihtilâfa düşerseniz, eğer siz Allah Teâlâ'ya ve âh i-ret gününe inanır kimseler iseniz onu Allah Teâlâ'ya ve Peygamberine arzediniz. O hem bir hayırdır, ve hem de netice iti-bariyle daha güzeldir.

59. (Ey) tüm (imân edenler!.) sizler (Allah Teâlâ'ya itaat ediniz) onun emirlerine, yasaklarına hakkıyla riayetkar olunuz (ve Peygamber'e de) Son Peygamber Hazretlerine de itaat ediniz, onun emirleri doğrultusunda harekette bulununuz (ve sizden olan) ehli imândan olup adalet ve doğruluğa riayetkar bulunan (emir sahiplerine de) İslâm yöneticilerine de ve dininizin hükümlerini size tebliğ eden şeriat âlimlerine de (itaatte bulununuz) onlara karşı da itaatsizlikte bulunmayınız. (Sonra birşey hakkında) din işlerine ait bir mesele hususunda siz ve yöneticisi olan zatlar (ihtilâfa düşerseniz) bu ihtilâfta İsrar edip durmayınız, (eğer siz Allah Teâlâ'ya ve âh i ret gününe inanır) hakikaten mü'm in, itaatkâr, âh i ret azabından sakınan (kimseler iseniz onu) o ihtilâfa düştüğünüz dinî meseleyi (Allah Teâlâ'ya) onun kitabı olan Kur'an'ı Kerim'e (ve Peygamberine) Yüce Resülü'nün sünneti seniyesine (arzediniz) şüphenizi, ihtilâfınızı o sayede hâl I eyleyin iz, İslâm birliğini bozacak ihtilâflardan kaçınınız, (o) ihtilâf ettiğiniz meseleyi Cenâb-ı Hak'ka ve onun resulüne arzetmeniz, sizin için (hem bir hayırdır) en iyi bir yoldur (ve hem de) haddizatında (netice itibariyle) de (daha güzeldir) haddizatında tam manâsıyla güzel olan, böyle hareket etmektir.

§ Bu âyeti kerime, dinin esaslarını teşkil eden kitap ile peygamberin sünnetine, icmai ümmet ile kıyası fııkahaya riâyetin lüzumunu içine almış bulunmaktadır. Çünkü bir meseleyi Cenâb-ı Hak'ka arzetmek, Kur'an-ı Kerim'e başvurmak suretiyle olur. Yüce Peygambere arzetmek de onun yüce sünnetlerine riâyet etmekle meydana gelir. Yönetici olan, içtihat makamına ıılamış bulunan zatların reylerine müracaat daicmai ümmete ittiba suretiyle mümkün bulunur. Halledilmeyip kendisine ihtilâf vâki olan bir meseleyi kitap ile peygamberin sünnetine arzetmek ise bunlardaki açık olan hükümler, kendisine kıyas edilen olarak kabul edilmek suretiyle olur. Zira o ihtilâf edilen meselenin hükmü, kitap ve sünnet ile açıkça beyan buyuru l mu s olsa artık onlar da öyle ihtilâfa mahal kalmaz.

§ Rivayete göre Rasülü Ekrem S al I al I ahu aleyhi vesellem efendimiz. Hal it İbni Veli d'i -Radiallahü anhıı- bir askerî kıtaya emir tayin ederek bir kabile üzerine göndermişti. Bundan haberdar olan kabile halkı, firar etmiş, yalnız bir şahıs, kaçmamış, İslâm askerî kıt'al arı arasında bulunan "Ammar İbni Yâsir'e müracaat etmiş, "ben müslümanlığı kabul ettim, artık bu beni kurtarmaya kâfi midir?." diye sormuş, Ammar da ona t em in at vermiş, onu em anî altına almıştı. Fakat Hz. Hal it, o kabilenin yurduna girince bu mülteci olan şahsın mallarına el koymuştu. Ammar ise kendisine müracaat ederek o şahısa müslüman olduğu için âmân verdiğini söyledi. Hal it İbni Velit ise: Ben emir bulunuyorum, ben onun malına el koyabilirim, bana söylemeden sen kendi başına nasıl âmân veriyorsun, sen bana karışamazsın diye söylendi. Bu suretle aralarında bir ihtilâf meydana geldi. Keyfiyeti gidip Rasülü Ekrem'e arzettiler. Yüce Peygamber efendimiz de Ammar'in verdiği âmân'in caiz olduğunu bildirdi. Bununla beraber bir daha em i re müracaat etmeksizin kendi kendine söz vermemesini Ammar'a ihtar buyurdu. Bu hâdise üzerine bu âyeti kerime nazil olmuş, yöneticilere itaatin gereğini göstermiştir.







60. Sana indirilmiş olana ve senden evvel indirilmiş bulunana imân ettiklerini iddia edenlere bakmadın mı ki, onlar Tagut'ıın huzurunda muhakeme olmayı isterler. Halbuki onu inkâr etmekle memur bu-lıınmuşlardı. O şeytan ise onları -doğru yoldan- pek uzak bir sapıklıkla dalâlete düşürmek ister.

60. Bu mübarek âyetler, bir kısım münafıkların gerçeğe aykırı iddialarını, uğursuz hareketlerini, haktan nasıl kaçınıp şeytanlara nasıl tabi olduklarını ve bunların hakkında yapılacak hayırlı hikmetli ihtarlar! bildirmektedir. Şöyle ki: Habibiml. Ne kadar şaşılacak bir haldir!, (sana indirilmiş olana) Kur'an'ı Kerim'e (ve senden evvel indirilmiş bulunana) Tevrat'a ve İncil'e (imân ettiklerini iddia edenlere) sözle böyle bir iddiada bulunanlara (bakmadınmı ki) onlar bu iddialarına aykırı hareketlerden kendilerini alamıyorlar, onlar dindar olduklarını iddia ettikleri halde (Tagutıın) şeytanın, şeytan tabiatında bulunan Keab İbni Eşref gibi kimselerin (huzurunda muhakeme olmayı isterler) hakkın ortaya çıkmasını arzu etmezler, (halbuki) onlar (onu) Tagut'ıı; şeytanı, bâtıla değer veren herhangi bir şahsı (inkâr etmekle memur) Allah tarafından o imân ettiklerini iddia eyledikleri kitaplar vasıtasıyla emir edilmiş (bulunmuşlardı) artık buna nasıl muhalefette bulunuyorlar? Bu hareketleri ile iddiaları arasındaki çelişkiyi görmüyorlar mı?. Ne kadar şaşılacak bir ruhî sapıklık! (o şeytan ise) o hükmüne başvurmak istedikleri bozguncu şahsiyet ise (onları) doğru yoldan (pek uzak) hidâyete dönmeyi imkânsız kılacak (bir sapıklıkla dalâlete) doğru yoldan mahrumiyete (düşürmek ister) o halde ona nasıl başvurmaya cür'et edebiliyorlar?.







61. Onlara Allah Teâlâ'nın indirmiş olduğuna ve Peygambere ge-liniz denildiği vakit de o münafıkları görürsün ki, senden kaçındıkça kaçınıyorlar...

61. (Onlara) O Tagut'ıı hakem kılmak isteyenlere her kim tarafından (Allah Teâlâ'nın indirmiş olduğuna) hikmet dolu Kur'an'ı Kerim'e (ve) Allah tarafından gönderilmiş ve kendisine itaat edilmesi kesin bir dinî vazife bulunmuş olan (Peygamber'e) peygamberlerin en mükemmeli olan Hz. Muhammed'e (geliniz) bütün davalarınızı onlara arzediniz, o sayede cehaletten kurtularak İlim şerefine nail olunuz (denildiği vakitte o münafıkları görürsün ki) bu yüce hayre ihtarı kabul etmiyorlar, (senden kaçındıkça kaçınıyorlar) senden son derece yüz çevirerek yine şeytanlara müracaat etmek isterler. Cenab'ı Hak'kın kııtsî hükümleri dururken dinsizlerin, münafıkların hükümlerine sarılmak al ç akl ı ğ ı n d a b ıı I ıı n ıı rl ar.

_'. Ya onlara kendi ellerinin evvelce yaptığı şey sebebiyle bir musibet isabet ettiği zaman -halleri- nasıl olacak?. Sonra da sana gelirler, biz başka değil, ancak iyilik etmek ve ara bulmak istedik diye Allah Teâlâ'ya yemin ederler. 2. (Ya onlara) o münafıklara, o hak sözü kabulden yilz çevirenlere (kendi ellerinin) kendi şahısların in (evvelce yaptığı şey) Tagut'un hükmüne müracaat gibi Rasülııllah'ın hükmüne rıza göstermemek gibi bir cür'et (sebebiyle bir musibet) bir ceza, bir felâket (isabet ettiği zaman) halleri (nasıl olacak?.) Artık onlar bu musibetten kurtulmaya hâdir olabilecekler mi?. Ne gezer!. Onlar (sonra da) böyle bir musibete düştükleri zaman da (sana gelirler) yaptıkları fenalıklardan dolayı özür dilemeye (bîz başka değil) Senden başkasının muhakemesine müracaat etmekle (ancak iyilik etmek) sulh yapmak (ve ara bulmak) iki hasının arasını bulup barıştırmak (istedik) yoksa sana muhalefette bulunmak işlemedik, bizi tenkit buyurma (diye Allah Teâlâ'yayemin ederler) böyle bir yalan yere yemin etmekten çekinmezler.







63. Onlar o kimselerdir ki, Allah Teâlâ onların kalplerinde ne olduğunu bilir. Artık onlardan çekin ve onlara öğüt ver ve onlara nefisleri hakkında tesirli söz söyle.

63. (Onlar) böyle yalan söyleyen münafıklar (o kimselerdir ki) onların kalplerindekiler Allah katında gizli değildir. (Allah Teâlâ onların kalplerinde) nifak adına, İslâmiyet'e ve müslümanlara karşı kin ve düşmanlık adına (ne olduğunu bilir) her ne kadar onu gizlemeye çalışsalar da, yalan yere yemin edip özür dilseler de (artık) Habibim!. Sen olgunluk göster (onlardan çekin) onları azarlama, onları cezalandırmaktan menfaat gereği vazgeç veya onların ileri sürdükleri mazeretleri kabul etme (ve onlara öğüt ver) onları nifaktan alıkoyacak nasihat I arda bulun, onları Cenab'ı Hak'kın, l öl l Tin i kazıyacak azabından korkut (ve onlara nefisleri hakkında) nefislerinin ıslahı hususunda veya onlara başkalarının yanında değil, yalnız kendilerine gizlice (müessir) kalplerinde tesir edecek şekilde (söz söyle) t âl i ondan faydalanabilsinler, gafletten uyansınlar, ilâhî azaptan korksıınlar, ayrılık ve nifaktan vazgeçsinler. Aksi takdirde uğrayacakları ilâhî azaba hazırlansınlar.

Bu âyeti kerime, Rasülü Ekrem efendimizin edebî ifade gücüne, etkili, nazi

km et I i va'z ve irşada sahip olduğunu göstermektedi

§ Rivayete göre münafıklardan bir kimse, Yahudilerden biriyle bir hususta çekişmede bulunmuşlar. Yahudi demiş ki, aramızdaki çekişmeyi hal için Ebııl Kaşıma, yani Rasülü Ekrem'e müracaat edelim: Münafık da Yahudilerin âlimlerinden olan Keab ibnil Eşref e müracaat etmelerini istemiş. Keab ise rüşvet almaya çok düşkün imiş. Yahudi ise Rasülü Ekrem'in rüşvete asla iltifat etmeyip hak ile hükmedeceğini bildiğinden her halde Rasülııllah'a müracaat edilmesinde İsrar etmiş, nihayet Hz. Peygamber'e gidip keyfiyeti anlatmışlar. Yüce Peygamberimiz Yahudi lehine hüh met m iş, münafık bu hükme razı olmamış, Hz. Ebıı Beki re müracaat etmişler, o da Yahudi lehine hü km eylem iş, münafık yine razı olmamış, Hz. Ömer'e müracaat etmelerini istemiş, sonunda ona müracaatta bulunmuşlar. Yahudi haber vermiş, biz Hz. Muhammed'e ve Hz. Ebıı Bekir'e müracaat ettik, benim lehime hükmettiler, bu hasmım onların hükmüne razı olmadı, sana müracaat etmemizi istedi. Demiş, Hz. Ömer de o münafığa hitaben: Öyle mi?, diye sormuş, o da evet öyle oldu demiş, bunun üzerine Hz. Ömer, biraz sabredin, burada durun, ben şimdi gelirim diye söylemiş, gidip kılıcını kuşanarak bunların yanına gelmiş, "Allah Teâlâ'nın ve Resulünün hükmüne razı olmayanın cezası budur" diye kılıcı ile münafığın boynunu uçurmuştur. Münafığın ailesi Hz. Peygambere gelerek Hz. Ömer'den şikâyet etmişler Rasülü Ekrem de durumu sormuş, Hz. Ömer de: Ya Rasûlüllah!. O münafık senin hükmüne razı olmadığı için bu cezaya lâyık olmuştu, demiş. Bu konuşmayı müteakîb de Cibril Emin gelmiş, Ömer, Farııktıır, hak ile bâtılın arasını ayırmıştır, diye lehinde şahitlikte bulunmuş, bunun üzerine Rasülü Ekrem de: Ya Ömer!. Sen Farııksıın, diye buyurmuştur.

İşte bu mübarek âyetler bu hâdise üzerine nazil olmuştur. Bu halde T ag ut' d an maksat, Keab ibnil Eşrefti de daha başka sebepler de gösterilmiştir. Bilgi Allah katındadır:

Münafık, öyle şeytan tabiat bir şahsın muhakemesini İs tefsirleı







64. Bîz hiçbir Peygamber göndermedik. Ancak Allah Teâlâ'nın iz-niyle itaat edilmesi için gönderdik. Ve eğer onlar nefislerine zul-mett iki er) zaman sana gelseler de Allah Teâlâ d an mağfiret ist e-şeydi I er ve onlara Peygamber de istiğfarda bulunsaydı elbette Allah Teâlâ'yı tövbeleri çok kabul edici ve çok esirgeyici bulacaklardı.

64. Bu m il barak âyetler, insanlığı ir; ad için Rasûlııllah'a itaat ve teslimiyetin lüzumunu, istiğfarın ehemmiyetini ve hakikî imânın ne şekilde meydana geleceğini göstermektedir. Şöyle ki: (bîz) insanlık muhitine abes yere (hiçbir Peygamber göndermedik) onların gönderilmesi büyük bir fayda ve hikmete dayanmaktadır. Evet... Her peygamberi (ancak Allah Teâlâ'nın izniyle) ilâhî iradesiyle (itaat edilmesi) emirlerine riâyet, kendisine muhalefetten sakınılması (için gönderdik) artık onun emirlerine, hükümlerine razı olup muhalefette bulunmamak gerekir. (Ve eğer onlar) Allah Teâlâ'nın ve Resulünün hükmünü bırakıp da mahkemeleşmek için başkalarına müracaat etmek isteyenler, böyle (nefislerine zulmettikleri zaman) bu hareketlerinden dolayı nadim ve pişman olup Habibim!, (sana gel s el erde) özür beyanında, kusurlarını itirafta bulunarak tövbe ve ihlâs ile (Allah Teâlâ'dan mağfiret ist eşeydi I er) günahlarının yarlıganmasını niyaz eylesler (ve onlara Peygamber de) hükmüne razı olmadıkları Hz. Mııhammed'de affedici bir şekilde hareket ederek kendileri için (istiğfarda bulunsa idî) onun günahlarının af ve örtülmesi hakkında şefaat etse idi (elbette Allah Teâlâ'yı) o yapılan (tövbeleri çok kabul edici) ve onların haklarında (çok esirgeyici) çokça merhamet buyurucu (bulacaklardı) çünkü Cenâb-ı Hak, çok bağışlayan, pek esirgeyendir.









65. Hayır, Rabbine andolsıın ki, onlar aralarındaki çekişmede seni hakem tayin etmedikçe, sonra da hükmedeceğin şeyden dolayı nefislerinde bir sıkıntı bulmaksızın ve tam bir teslimiyet ile teslim olmadıkça imân etmiş olmazlar.

65. (Hayır) onların imân iddiaları doğru değil, (Rabbine andolsıın ki onlar) o iddia edenler (aralarındaki anlaşmazlıkta) ihtilâfa düştükleri hususta (seni hakem tayin etmedikçe) senin zaten Allah tarafından hakim bulunduğunu bilip senin hükmüne baş vurmadıkça (sonra da) senin (hükmedeceğin şeyden dolayı) itaat ve teslimiyet gösterip (nefislerinde) kendi içlerinde (bir sıkıntı) bir ıstırap, bir hoşnutsuzluk (bulmaksızın ve) zahiren ve bat in en (tam bir teslimiyet ile) hükmüne (teslim olmadıkça) hakikî sH'ilde (imân etmiş olmazlar) çünki Rasûlııllah'ın hükmüne razı olmamak, Allah'ın hükmüne razı olmamayı gerektirir. Böyle bir rıza göstermemek ise bir isyandır, bir inkârdır, imâna aykırı, cahilce bir harekettir.

§ Bir rivayete göre bu mübarek âyetlerde Rasûlııllah'ın hükmüne razı olmayan münafıklar hakkında nazil olmuştur. Diğer bir rivayete göre de Hz. Zübeyr ile Hatib bini Belten hakkında nazil olmuştur. Şöyle ki: Zübeyr bini Avvem Hazretlerinin hurmalığı yanı başından bir su ceryan edermiş, bahçesi uzakta bulunan Hatib de bu sudan bahçesini sulamak istemiş, Hz. Zübeyr razı olmamış, keyfiyeti Rasûlü Ekrem'e arzetmisler. Yüce Peygamber Hazretleri de: "Ya Zübeyr!. Sen hurmalığını suladıktan sonra suyu komşuna bırak" diye buyurmuş. Hatib bu peygamberin tavsiyesinden hoşnut olmamış, Rasûlııllah'a hitaben: "Zübeyr hatanın oğlu olduğu için onu kayırdın" diye kötü zan d a bulunmuş, bunun üzerine Rasûlü Ekrem de Zübeyr'e hitaben: "Ya Zübeyr!. Hurmalığını tamamen sulamak için suyu duvarlara çıkıncaya kadar tut, yani: Hurmalığını tamamen sıvarı ne aya kadar suyu salıvermem eğ e hak hin vardır, ondan sonra bırakırsın" diye emir etmişti. Çünkü suyun kaynağı, Hz. Zübeyrin hurmalığı yanında olduğundan o hurmalığı tamamen sıılamadıkça suyu aşağıya bırakması icâbetmezdi. Halbuki, Rasûlüllah Efendimiz, hurmalığın zaruri olan yeri suladıktan sora suyun aşağıya bırakılmasını özel bir lütuf olmak üzere tavsiye etmiş bulunuyordu. En s ardan olan hatip, bu müsamahayı, bu lütfü takdir edemeyip edebe aykırı, bir kötü zan d a bulunmuş idi. Bunun üzerine bu mübarek âyetler nazil olmuş, peygamber emrine riâyet etmemenin İslâm âdetine muhalif bulunduğu ihtar olunmuştur.











66. Eğer onların üzerine nefislerinizi öldürünüz veya yurtlarınızdan çıkınız diye yazsaydık bunu onlardan birazı müstesna olmak üzere yapmazlardı. Ve eğer onlar kendisiyle öğüt verildikleri şeyi yapsa idiler elbette onlar için hayırlı ve devamlı olmak itibariyle daha sağlam olurdu.

66. Bu mübarek âyetler, münafık tabiatlı insanların Allah'ın emirlerine muhalif hareketlerde bulunacaklarını, halbuki, o kııtsî emirlere uyma neticesinde nice nimetlerin, saadetlerin meydna geleceğini beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: (eğer) biz (onların) o münafıklar topluluğunun (üzerine) tövbelerinin kabulü için (nefislerinizi öldürünüz) intihar ediniz (veya yurtlarınızdan çıkınız diye yazs aydık) onlara böyle bir emîrde bulunsa idik, nitekim vaktiyle İsrail oğullarından bir kısmı tövbelerinin kabulü için kendilerini öldürmekle, bir kısmı da Mısır'dan çıkmakla mükellef bulunmuşlardı. Halbuki bu münafıklara böyle bir ilâhî emir bir dinî görev verilse idi (bunu) bu emri, bu vecibeyi (onlardan birazı) aralarında bulunan halis mü'minler (müstesna olmak üzere) çoğu (yapmazlardı) ne kendilerini öldürürlerdi, nede yurtlarından çıkmak isterlerdi, (ve eğer onlar kendisiyle Öğüt verildikleri şeyi) Haklarında bir hayr-isterlik eseri, bir günahkârlıktan kurtulma vesilesi olan kendini öldürmek gibi, yurttan hicret gibi Rasülııllah'a itaat gibi bir vazifeyi (yapsa idiler elbette onlar için) şahısları hakkında da dünyada da, âhirette de (hayırlı) olurdu, (ve devamlı olmak itibariyle) de imanlarının gerçekleşmesi devam ve kararlılığı bakımından da (daha sağlam olurdu) daha metin bulunurdu.

§ Rivayete göre bu âyeti kerime nazil olunca Hz. Ömer ile Ammar Ibni Yasir ve Abdullah bin Mesut ile eshabı kiramdan daha bir grup demişler ki: Vallahi eğer bize bu emredilseydi, elbette yapardık. O Allah Teâlâ'ya hamdolsıın ki, bizi bundan af buyurmuş. Bu zatların bu samimi sözlerinden Rasülü Ekrem Hazretleri haberdar olunca buyurmuş ki: Şüphesiz benim ümmetimden öyle adamlar vardır ki, onların kalp I erin d eki İman, en sabit dağlardan d ah a fazla kararlı bulunmaktadır...







67. Ve o zaman elbette onlara tarafımızdan pek büyük bir mükâfat da verirdik.

67. (Ve o zaman) onlar imânlarında öyle kararlı bulundukları vakit (elbette onlara tarafımızdan) Allah katından (pek büyük bir mükâfat da) yani cennete kavuşmak gibi bir nimet de (verirdik) ihsan buyururduk...









68. Ve onları elbette bir doğru yola iletirdik.

68. (Ve onları elbette) şüphe yok ki (bir doğru yola hidâyet ederdik) o yolu takib etmekle bereketli cennetlere kavuşurlardı, kendilerine gayıp kapıları açıhrdı. Nice tecellilere kavuşurlardı. İşte C en âb-1 Hak'ka ve Yüce Peygamber'e itaatin pek yüce, eşsiz mükâfatı...









69. Ve her kim Allah Teâlâ'ya ve Peygambere itaat ederse işte onlar. Allah Teâlâ'nın kendilerine lııtııflarda bulunduğu peygamber-1 er ile ve sıddıklar ile ve şehitler ile ve s al ih zatlar ile beraberdirler. Onlar ise ne güzel arkadaşlardır...

69. Bu mübarek âyetler, Hak Teâlâya ve Yüce Peygambere itaatin pek büyük fai d el erin i bildirmekte bütün insanlığı bu itaate teşvik buyurmaktadır. Şöyle ki: Cenabı Hak'kın ve Yüce Peygamber'in hükmüne nasıl razı olamıyorlar!. (Ve) halbuki (her kim Allah Teâlâ'ya ve Peygambere) emrettikleri ve yasakladıkları hususlarda (itaat ederse) tam ve mükemmel bir teslimiyet ve bağlılıkta bulunursa (işte onlar) böyle itaatkâr olan zatlar (Allah Teâlâ'nın kendilerine lütuf I arda bulunduğu peygamberler ile) nübüvvet ve ri s âl et e sahip bulunan yüce zatlar ile beraberdirler, (ve sıddıklar ile) sözlerinde, özlerinde, inançlarında tam bir sedâkate sahip, yüce peygamberleri herkesten evvel tasdik eden Hz. Ebııbekir i Sıddık gibi ümmetin seçkinleri ile beraberdirler (ve şehitler ile) hak dininin doğruluğu ve yüceliğine hüccet ve delil getirerek şahitlik eden ve hak yolunda cihat meydanlarına atılarak Allah'ın dinini yüceltmek için canlarını cömertçe veren mücahitler ile beraberdirler (ve salih zatlar ile) ömürlerini Hak Teâlâ'nın itaatine, mallarını Allah rızâsını kazanmak için sarfetmiş, iyilikleri kötülüklerine galip bulunmuş olan fedakâr zatlar ile (beraberdirler) dâima onlara yakın olurlar, onların iltifatlarına mazhar bulunurlar, istedikleri zaman ebediyet âleminde o gibi kutsal zatları ziyarete muvaffak olup onlara bağlanmış olmak şerefini elde ederler. (Onlar ise) O Yüce Peygamberler ile o diğer seçkin zevat ise (ne güzel arkadaşlardır.) onların arkadaşlığında bulunmak insan için ne güzel, ne gıpte edilecek bir muvaffakiyettir. Cenâb-ı Hak cümlemize nasip buyursun âmin...









70. İşte bu lütuf Allah Teâladandır. Ve Hak Teâlâ hakkıyla bilici olarak kâfidir.

70. (İşte bu lütuf) Allah Teâlâ'ya ve Peygamber'a itaat edenler için takdir edil m i; olan bu mükâfat, öyle bir kısım büyüklerin arkadaşlığına kavuşmak şerefi (Allah Teâlâ'dandır) sırf onun bir lütuf ve ihsanıdır, bir ilâhî ikramıdır, başkası tarafından değildir. (Ve Hak Teâlâ hakkıyla bilici olarak kâfidir) o Yüce mâbııd, herkesin hak ettiğini, lâyık olduğu lütuf ve ihsanının derecesini hakkıyla bilir ve herkese dilediği lütııfta bulunmaya kudreti fazlasıyla yeterlidir.

§ Rivayete göre Rasülü Ekrem efendimizin azadlısı olan "Sevban" Radiyallahıı anh: Peygamber efendimize karşı pek fazla bir muhabbet ile duygu dolu bulunmakta idi. Ondan ayrılmağa pek az sabredebilirdi. Bir gün rengi değişmiş, vücudu zayıf lâmiş bir halde peygamberin huzuruna gelmişti. Peygamber efendimiz onun bu üzüntülü vaziyetini görünce sebebini sormuş, o da şöyle demişti: Ya Rasülüllah!. Benim bir hastalığım, ve ağrım yok, fakat senin ayrılığına dayanamıyorum, huzuru saadetine gelmedikçe üzüntümü teskin edemiyorum, sonra âhiret hayatını düşünüyorum, korkuyorum ki, zatı alinizi göremiyeceğim, çünki sizin peygamberlik mertebeniz pek yücedir, ben cennete girsem de benim mertebem aşağı olduğundan size kavuşmuş olamıyacağımdan korkuyorum, ve eğer cennete giremezsem seni ebediyyen göremem.

İşte Sevban hazretlerinin bu pek samimî endişesini gidermek için bu mübarek âyetler nazil olmuş, onu teselli etmiştir. Demek ki: Ümmetin fertleri ile Yüce Peygamberlerin dereceleri eşit değilse de onlara tabi, itaatkâr olan zatlar cennet âleminde onlarla vakit vakit görüşecek onlar ile birlikte sohbet etmek şerefine nail bulunacaklardır. Ne büyük bir mazhariyet!.









71. Ey imân edenler!. İhtiyat tedbirinizi alın da bölük bölük halinde çıkınız veya hep birden seferber olunuz.

71. Bu mübarek âyetler, İslâm kuvvetlerinin düşmana karşı ne gibi vaziyetler alabileceklerini ve onların galibiyet ve mağlûbiyet hallerinde münafıkların ruhî durumlarını bildirmektedir. Hak yolunda cihâda atılanlara da herhalde büyük mükâfatlara nail olacaklarını müjdelemektedir. Şöyle ki: (Ey imân edenler) mü'm in olduklarını (ikrarda bulunanlar!.) siz düşmanlarınıza karşı uyanık bulununuz, (ihtiyat tedbirinizi alın da) onlar ile savaşta bulunmak için ya (bölük bölük halinde) cihad meydanına (çıkınız) nihayet yirmişer kişinin üstünde bulunan birer erkek takımı halinde savaş meydanına atılınız (veya hep birden) bir toplu savaş gücü halinde (seferber olunuz) düşman için savaş meydanına çıkınız.

Demek ki, diğer hayır işleri hususunda da ehli İslâm'ın, durumun gereğine göre böyle parça parça ve toplu şekilde çalışmaları lâzımdır.











72. Ve şüphesiz sizden öyle kimse vardır ki, elbette ağır davra-nacaktır. Eğer size bir mıısîbet isabet ederse "muhakkak Allah Teâlâ bana lütfetti, çünki onlar ile beraber hazır bulunmadım" der.

72. (Ve) Ey İslâm mücahitler!!, (şüphesiz sizden) soy ve sop itibariyle ve görünürde müslümanlık iddiasiyle sizden sayılıp aranızda bulunan (öyle) münafık (kimse vardır ki, elbette ağır davranacaktır) savaştan geri kalacak, tembellik gösterip duracaktır. (Eğer size) öldürülme gibi, yenilgi gibi (bir musibet isabet ederse) o münafık sevinecek ve (muhakkak Allah Teâlâ bana lütfetti) beni korudu (çünkî onlar ile) o musibete uğrayan İslâm mücâhitleri ile (beraber) harp meydanında (hazır bulunmadım, der) eğer ben de hazır bulunsa idim öyle bir mıısîbet e uğramış olacaktım diye sevinç gösterir.









73. Ve yemin olsun ki, eğer size Allah tarafından bir lütuf nasib olursa, sanki sizinle onun arasında hiçbir tanışıklık yok imiş gibi "ne olurdu ben de onlar ile beraber olsaydım da büyük bir ganimete nail olsa idim" diyecektir.

73. (Ve yemin olsun ki) kesin bir durumdur ki, (eğer size) Ey hakikî mü'minler!. (Allah tarafından) onun yüce takdirinin eseri olarak (bir fazi) bir ganîm et, bir fetih ve zafer in as il) olursa) o münafık, kaçırdığı dünyevî amaçlarından dolayı nadim ve pişman olarak (sanki sizinle onun arasında) bir dostluk, bir tanışıklık, bir cemiyet halinde yaşamak ve (hiçbir tanışkanlık yok imiş gibi) vaktiyle sizinle teşriki mesâide bulunmayıp şimdi sırf dünyevî bir menfaat için (ne olurdu ben de onlar ile beraber olsa idim) o İslâm erleriyle beraber savaşa iştirak etse idim (de) şimdi ben de onlar gibi (büyük bir ganimete nail olsa idim) ben de ganîm et mallarından bir hisse alsa idim (diyecektir) ne yanlış bir düşünce, ne fena bir ihtiras!.

74. Artık dünya hayatını âhiret karşılığında salacak olanlar, Allah yolunda savaşa atılsınlar, ve her kim Allah yolunda savaşta bulıı-nıır da öldürülürse veya galip gelirse ona elbette büyük bir mükâfat vereceğiz...

74. (Artık dünya hayatını) dünya varlığını, dünyanın fâni servet ve zenginliğini (âhiret mukabilinde) ııhrevî, ebedî mükâfat uğrunda (salacak) feda edecek (olanlar) hakikî mü'minler mücahitler!. (Allah yolunda) Cenâb-ı Hak'kın dinini yüceltmek m aks adiyi e (savaşa atılsınlar) Ebedî bir saadete kavuşmak için nefislerini hak yolunda feda etmekten çekinmesinler. (ve her kim Allah yolunda savaşta bulunur da öldürülürse) öyle yüce bir gaye uğrunda şehit düşerse (veya) düşmana karşı muzaffer olup (galip gelirse) her iki halde de (ona büyük bir mükâfat vereceğiz) öyle bir mücahit, niyet indeki yüceliğin meyvesini her halde görecektir. Artık her İslâm mücâhidi için lâzımdır ki Allah'ın dinini yüceltmek için harp meydanında kararlı olsun, galibiyet halinde de, mağlûbiyet halinde de yine güzel niyetine göre mükâfat göreceğini düşünerek kahramanlığında devam etsin. Fâni bir hayatı, ııhrevî, ebedî mükâfatlar karşılığında feda etmek, bir zarar değil, en büyük bir muvaffakiyettir. Artık bir münafığın böyle bir fedakârlıkta bulunmayıp da hayatını geçici bir zaman için kurtarmış olması, öyle iddiası gibi hakkında bir ilâhî lütuf değildir. Belki öyle ebedî bir mükâfata lâyık olmadığının geçici bir neticesidir.









75. Ve sizin için ne var ki, Allah Teâlâ'nın yolunda ve erkeklerden, kadınlardan, çocuklardan zaafa düşürülmüş olan bir takım bi-çareler uğrunda savaşta bulıınmayasınız?. Onlar ki: Ey Rabbimiz! Bizi şu ahalisi zâlim olan şehirden çıkar ve bizim için kendi ta-rafından bir koruyucu gönder ve bizim için kendi katından bir yardımcı tâyin buyur diye niyaz etmektedirler.

75. Bu âyeti kerime, Allah yolunda, İslâm cemiyetinin selâmeti uğrunda, ehli İslâm'ı din düşmanlarının zulmünden kurtarmak gayesiyle cihat sahasına atılmanın bir dinî görev olduğunu şöylece bildirmektedir. (Ve) Ey m üs I umanlar!. Ey cihat ile mükellef olan zatlar! (sizin için ne var ki) Ne gibi bir mâni bulunur ki, (Allah Teâlâ'nın yolunda) C en ab'ı Hak'kın dinini yüceltmek hususunda savaştan çekinesiniz? (Ve) müslüman (erkeklerden, kadınlardan, çocuklardan) olup peygamberin hicretinden sonra Mekke'i Mükerreme'de kalmış, o r ad al i müşrikler tarafından hırpalanarak (zaafa düşürümüş olan bir takım biçâreler uğrunda) onları o zulümden kurtarmak için (savaşta bulıınmayasınız). O din kardeşlerinizi esaretten kurtarmaya çalışmayasınız. (Onlar ki) O çaresiz din kardeşleriniz ki: (Ey Rabbimiz!. Bizi şu ahalisi zalim olan şehirden) henüz fethedilmeyip müşriklerin yönetiminde bulunan Mekke'i Mükerreme beldesinden (çıkar) bizi İslâm yurduna hicrete muvaffak kıl (ve bizim için kendi tarafından) kendi ilâhî katından koruyucu (bir koruyucu) bir yönetici, işlerimizi üstlenecek bir vali, bir âdil âmir (gönder) bizleri böyle bir zâtın idaresine kavuştur (ve bizim için kendi katından) bir özel lütuf olarak (bir yardımcı tayin buyur) bizi o zalim ahalinin esaretinden kurtarsın, (diye niyaz etmektedirler) Artık o gibi zıılma mâruz olan, Allah'ın lütfün a sığınan ehli İmanın imdadına koşmak bir görev olmaz mı?, İşte bu zıılma uğramış zavallı müslümanların bu niyazları Allah katında kabul olmuş, bunlardan bir kısmı az sonra Medine'i Münevvere'ye hicret edebilmiş, daha sonra da İslâm ordusu Mekke'i Mükerreme'yi fethederek oradaki müslümanlara eshabı kiramdan "Attab İbni üseyd" gibi adaletli bir vali tayin olunmuştur.









76. îmân etmiş olanlar. Allah Teâlâ'nın yolunda savaşta bu I un ur-1 ar. Kâfir olanlar da şeytanın yolunda harp ederler. Artık o şeytanın dostlarını öldürünüz. Şüphe yok ki. Şeytanın hilekârlığı zayıftı r

76. Bu âyeti kerime, m üs I (im an I arın ne kadar yüce bir maksada hizmet için cihatta bulunduklarını, diğer kimselerin ise pek âdi ihtiraslar sebebiyle harbe atıldıklarını bildirmektedir. Şöyle ki: (imân etmiş) İslâm dinini kabul eylemiş (olanlar) şahsî menfaatleri için değil, sırf (Allah Teâlâ'nın yolunda) ona itaat uğrunda, onun mübarek dinini doğu ve batıya yaymak gayesiyle (muharebede bulunurlar) bütün insanlığın selâmet ve hidâyetini arzu ederler. (Kâfir olanlar) dinî terbiyeden mahrum bulunanlar (da şeytanın yolunda) şeytana itaat için (harp ederler) onların arzuları şahsî menfaatlarını teminden, insanlığa hükmetmekten başka değildir. (Artık) Ey mü'minler!, (o şeytanın dostlarını,) o meluna tâbi olan topluluğu, o dinsizler alayını (öldürünüz) onlar ile savaştan çekinmeyiniz, onların maddî kuvvetleri sizi aldatmasın, onların dostu, yardımcısı şeytandır, siz mü'minlerin dostu, yardımcısı ise Yüce Allah'tır, (şüphe yok ki, şeytanın hilekârlığı) onun mü'minlere karşı tuzağı, hilesi, Cenab'ı Hak'kın ehli imân hakkındaki yardımına ve din düşmanlarını kahır ve helak etmesine göre pek (zayıftır) pek ehemmiyetsizdir. Artık şeytanın hile ve tuzağına kıymet vererek onun dostlarından kormayınız, her halde Hak Teâlâ'ya itimat ederek ve sığınarak ondan yardım ve zafer bekleyiniz.









77. O kimseleri görmez misin ki, onlara: Ellerinizi çekiniz ve na-maz kılınız, zekât veriniz denilmişti. Vaktaki üzerlerine cihat yazıldı, o zaman içlerinden bir takımı. Allah Teâlâ'dan korkarcasına veya daha fazla insanlardan korkar oldular. Ve onlara: Ey Rabbimizl. "Ne için üzerimize cihadı yazdın? Ne olurdu bizi yakın bir müddete kadar tehir et şeydin" dediler. De ki: Dünyanın faidesi pek azdır, âh i ret ise takva sahibi olanlar için elbette hayırlıdır. Ve siz kıl kadar zulme ıığramayacaksınızdır.

77. Bu âyeti kerime, vaktiyle cihâdî istedikleri halde daha sonra bunun farz kılınması üzerine dünya menfaatini düşünerek cihattan memnun kalmayanların ruhî durumlarını bildirmekte ve tüm ehli İslâm'ı şöylece teselli etmektedir. Habibim!. (O kimseleri görmez misin) onların garip hallerine, temennilerine bakmaz mısın (ki) peygamber tarafından (onlara: Ellerinizi çekiniz) kâfirler ile savaşmayınız, kabileler arasındaki câhiliyet savaşına kalkışmayınız, sabır ediniz (ve namaz kılınız) üzerinize düşen namaz farizesini lâikiyle ifâya çalışınız (ve zekât veriniz denilmişti) onlar ise öyle savaş arıısıında bulunmuşlar iken (Vaktaki üzerlerine cihat yazıldı) kâfirler ile cihatta bulunmaları kendilerine farz kılındı (o zaman içlerinden birtakımı) fikirlerini değiştirdiler (Allah Teâlâ'dan korkarcasına veya) Allah korkusundan (daha ziyâde) olarak (insanlardan) kendileriyle savaşa memur oldukları kimselerden (korkar oldular ve) sonra da (onlar) ölüm korkusu ile (Ey Rabbimizl. Ne için üzerimize cihadı yazdın) farz kıldın (ne olurdu bizi yakın bir müddete kadar) öleceğimiz âna değin (tehir et şeydin) bizi terkedip cihat ile görevli ki I m as aydın (dediler) Resulüm!. Onlara (de ki: Dünyanın faidesi) dünya hayatı, dünya malı haddizatında (pek azdır) çabuk yok olucudur. Ne için bunu düşünerek ebedî selâmet ve saadeti temennî etmiyorsunuz?, (âh i ret ise) Onun sevabı olan cennet ve Allah'ın cemâline bakmak ise (takva sahibi olanlar için) Cenab'ı Hak'kın azabından sakınıp hükümlerine riayetkar olan her zat için (elbette hayırlıdır) artık öyle yüce bir gaye takib edilmez mi? (ve siz kıl kadar) en ufak bir miktarda bile (zulme ıığramayacaksınızdır.) hak yolundaki çalışmanızdan dolayı lâik olduğunuz mükâfata kavuşacaksınız, amellerinizden hiçbir zerre eksiltilmeyecektir. Binaenaleyh cihat uğrundaki mesâinizin ebedî mükâfatını da göreceksiniz. Artık böyle saadete vesile olan bir vazife teşekkür edilerek üstlenilmez mi?.

§ Rivayete göre esli âbı kiramdan Abdıırrahman İbni Avf, Mikdâd İbnül Esvet Gııdame bini Mezun ve S ad İbni Ebi Vakkas Radiallahü Teâlâ anhüm gibi bir grup Medine'i Münevvere'ye hicret etmeden evvel müşriklerden birçok eziyetlere mâruz kalmışlardı. Hz. Peygambere müracaat ederek: Ya Rasûlüllah!. Bize izin ver de o müşrikler ile savaşta bulunalım, çünki onlar bize birçok ezâ ve cefada bulunuyorlar, demişlerdi. Rasülü Ekrem s al I al I ah ü aleyhi vesellem de onlara buyurmuştu ki: O müşriklerden ellerinizi çekiniz, ben onlar ile savaşa henüz izinli değilim. Vaktaki daha sonra cihat farz oldu, onu temenni edenlerden bazıları: Keşke cihat bize farz olmasaydı, demişler, bunun üzerine bu âyeti kerime nazil olmuştur. Maamafih daha kuvvetli bir ihtimale göre bu âyeti kerime, vaktiyle cihadı samimiyetsiz bir biçimde temennî eden, daha sonra cihat farz olunca canlarını düşünüp hak yolunda cihattan kaçınan münafıklar hakkında inmiştir.







78. Her narada olsanız, size öl il m yetişir, velevki, tahkim edilmiş yüksek kuleler içinde bulunmuş olunuz. Ve eğer onlara bir güzellik dokunursa derler ki: Bu Allah Teâlâ tarafındandır. Ve eğer onlara bir kötülük isabet ederse: Bu senin tarafındandır derler. De ki: Hepsi de Allah Teâlâ tarafındandır. Artık o taifeye ne oluyor ki, söz anlamaya yanaşmıyorlar.

78. Bu mübarek âyetler, insanların kendilerini hiçbir yerde ölümün pençesinden kurtaramayacaklarını ve bütün hâdiselerin Allah'ın kudreti ile vücııde geldiğini, şahıslara isabet eden bir takım musibetlere de kendilerinin sebebiyet verdiklerini beyan etmektedir. Şöyle ki: Ey insanlar! Hepiniz, itaat edeniniz de asi olanlarınız da (her nerede olsanız) evde de savaş halinde de bulunsanız (size ölüm yetişir) takdir edilen zaman gelince ölüm sizi yakalar, hiçbir kimse kaçınmakla ondan kurtulamaz (velev ki, tahkim edilmiş, yüksek kuleler) kaleler, köşkler veya semavî burçlar (içinde bulunmuş olunuz) bunlar sizi yine ölümün perçesinden kurtaramaz O halde cihattan kaçınmaya ne lüzum var?. Bu kaçınmakla takdir edilmiş olan ölümden kurtulabilecek misiniz?. Ne mümkün!, (ve eğer onlara) Münafıklara, Yahudilere (bir güzelik) bir genişlik, bir geçim bolluğu veya bir zafer, bir ganimet (dokunursa) böyle bir nimete nail olurlarsa (derler ki, bu) nail olduğumuz güzellik, bize Allah Teâlâ tarafındandır. Senin Ya Muhammed!, -aleyhisselâm- bunda bir rolün yoktur, (ve eğer onlara) darlık gibi, kıtlık ve pahalılık gibi veya öldürülme ve yenilgi gibi (bir kötülük isabet ederse) o zaman da kendi kusurlarını görmezler bütün hâdiselerin bir hikmet gereği olarak ilâhî iradeye bağlı olduğunu bilmezler de (bu) kötülük (senin tarafındandır derler) bu kötülüğü Hz. Peygamber'e ve onun eshabı kiramına isnat ederler. Habibim!. Onlara (de ki, hepsi de) güzelliğin de, kötülüğün de meydana getirilmesi (Allah Teâlâ tarafındandır) bütün bunlar onun iradesine, takdirine dayanmaktadır. Çünki ondan baka yaratıcı yoktur, (artık o taifeye) o münafık ve yahu d i topluluğuna (ne oluyor ki) ne kadar anlayıştan mahrumdurlar ki (söz anlamaya yanaşmıyorlar) Kur'an'ı Kerim'in beyanlarını, Rasûlü Ekrem'in mübarek sözlerini anlayarak istifâde etmeye, nasihat almaya yaklaşıp durmuyorlar. Eğer onlar, bunları anlayıp düşünecek olsalardı, bütün vücııde gelen şeylerin Allah'ın irâdesi ile, ilâhî kudret ile vücııde geldiğini anlar, Rasûlü Ekrem'e karşı öyle edepsizce yakıştırmalarda bulunmazlardı.

§ Rivayete göre Rasûlü Ekrem Hazretleri Medine-i Münevvere'ye şeref verince bir takım yahııdileri, münafıkları imâna davet etmiş onlar ise inkârlarında devam edip durmuşlar. Buna bir nevi ceza olmak üzere o sene o muhitte bir miktar iktisadî buhran yüz göstermiş bunun üzerine o inkarcılar demişler ki: Ekinlerimize, meyvelerimize arız olan bu noksan, şehrimize gelen Muhammed -Aleyhisselâm- ile eshabı yüzündendir. Bu cahiller, kendi kusurlarını görmeyip Hz. Peygamber'd e uğursuzluk aramak istemişler. İşte bunların bu bâtıl iddialarını red için de bu âyeti kerime nazil olmuştur.









79. Sana güzellikten her ne şey nasib olursa şübhesiz Allah Teâlâ d an d ir. Ve sana kötülükten her ne şey isabet ederse kendi nef sindendir. Ve seni insanlara Peygamber olarak gönderdik, Allah Teâlâ hakkıyla şahit olmaya kâfidir.

79. Ey insan!. (Sana güzellikleri), dünyevî ve ııhrevî nimetlerden (her ne şey nasib olursa) o şey şüphe yok ki, (Allah Teâlâ d an d ir) sana lütuf olarak verilmiştir, İnsan ne kadar kulluk vazifelerine riayetkar olsa da bunca nimetlere kavuşması için kâfi olmaz, o nimetler bir ilâhî lütuf olarak mü'm in kul I arın a yönelecektir, (ve sana kötülükten) sıkıntıdan, kötü gördüğün hâdiselerden (her ne şey isabet ederse) o da (kendi nef sindendir) onu gerektiren, günahları işlemiş olduğundan dolayıdır. Gerçekte kötülüğü senin hakkında yaratan yine Cenâb-ı Hak'tır, fakat ona sebebiyet veren ise senin kendi arzunla tercih etmiş olduğun günahtır. İşte bu günah sebebiyle o kötülük bir ceza olarak Allah'ın irâdesi ile vücııde gelmiştir. Bu, bir hikmet gereğidir, bu teklif âleminin gereklerindendir. Artık o kötülüklere başkalarının sebebiyet verdiğine inanmayız, kendi kusurlarınızı biliniz, (ve) Ya Muhammed!. Aleyhisselâm (seni insanlara) bütün insanlık âlemine (Peygamber olarak gönderdik! sen insanlık için en büyük bir ilâhî nimetsin, senin peygamberliğine, kadrinin yüceliğine (Allah Teâlâ hakkıyla şahit olmaya kâfidir) senin elinde tecelli eden mucizeler, senin peygamberlik ve ri s al et in i, senin tüm insanlığa bir feyiz ve yükselme rehberi olduğunu ispat için Allah'ın kudreti ile vücııde gelen birer kesin delildir. Artık bu hakikat nasıl inkâr edilebilir?.









80. Her kim Peygambere itaat ederse muhakkak Allah Teâlâ'ya itaat etmiş olur. Ve her kim yüz çevirirse -aldırma- çünki seni onların üzerine muhafız göndermedik.

80. Bu mübarek âyetler, Rasülııllah'a itaat etmenin Cenab'ı Hak'ka itaat etmeyi İçermiş olduğunu bildirmektedir. Ve mucize Kıır'an-ı Kerim'i güzelce düşünmeyip de inkâra cür'et edenlerin inançlarındaki aşağılığı sergilemeketedir. Şöyle ki: (Her kim Peygamber'e itaat ederse) onun emirlerine, yasaklarına boyun eğerse (muhakkak Allah Teâlâ'ya itaat etmiş olur) çünkü Yüce peygamber haddizatında sadece tebliğ edicidir. Gerçek mânâda emreden ve yasaklayan ise Allah Teâlâ'dır. Binaenaleyh Peygamber'e itaat, onun gönderen Cenab'ı Hak'ka itaatten başka değildir, (ve her kim yüz çevirirse) Ey Yüce Peygamber! Sana itaatten yüz çevirirse aldırma, o seni üzmesin, (çünkî) Ya Muhammedi. Aleyhisselâm (seni onların üzerine muhafız göndermedik) yani: Onların amellerini zaptetmekle, muhasebelerini görmekle seni mükellef kılmadık. Senin vazifen ilâhî hükümleri onlara tebliğdir. Onların muhasebeleri yüce zatıma aittir, şanı yüce olan ben, onların cezasını veririm, sen müsterih ol.

§ Rivayete göre bu ilâhî em iri, cihadın farz olmasından öncedir. Sonra onlar ile savaşa da müsaade buyrıılmuştur.









81. Ve itaatkârız derler. Sonra senin yanından ayrıldıkları zaman onlardan bir topluluk senin dediğin şeyin başkasını geceleyin ku-rııntıı yapar. Ve Allah Teâlâ onların ne kuruntularda bulunduklarını yazıyor. Artık onlardan yüz çevir ve Allah Teâlâ'ya tevekkül et. Ve Cenâb-ı Hak vekil olarak yeter.

81. (Ve) Habibiml. O münafıklar, huzurunda bulunup da kendilerine birşey ile emrettiğin zaman (itaatkârız) bizim şanımız tâattir, bize emrettiğin hususlarda sana itaat ederiz (derler) halbuki (sonra senin yanından ayrıldıkları) dışarıya çıktıkları (zaman onlardan) o münafıklardan (bir topluluk senin dediğin şeyin başkasını) tebliğ ettiğin hükümlerin zıddını (geceleyin kuruntu yapar) onu değiştirmeğe ve bozmaya çalışır. Veyahut senin yanından ayrıldığı zaman, senin huzurunda söylediği itaatin zıddını yapar, onun içinde olan itaattan başka birşeydir. (ve Allah Teâlâ) ise (onların ne kuruntularda bulunduklarını) onların sakladıklarını, içlerinde olan nifakı (yazıyor) onların amel sahifelerine yazılmasını koruyucu meleklerine emir ediyor, (artık) Habibim. (Onlardan yüz çeviri onlara özen göstermeyi azalt (ve Allah Teâlâ'ya tevekkül et) Cenab'ı Hak'ka it i m ad eyle (ve Cenâb-ı Hak vekil olarak) kendisine işlerin havale edilmesi için (kifayet eder) o Yüce Yaratıcı, onlardan senin intikamını almaya her bakımdan yeterli bulunmaktadır.









82. Kur'an'ı düşünmezler mi? Ve eğer Allah Teâlâ d an başkası ta-rafından olsa idi elbette birçok ihtilâf bulurlardı.

82. O münafıklar, inkarcılar (Kur'an'ı düşünmezler mi?.) onun fevkalâde lâtif, beliğ âyetlerini, son derece yüce olan mânâlarını hiç düşünmezler mi? (ve eğer) O mucize kitap (Allah Teâlâ d an başkası tarafından olsaydı) o kâfirlerin iddia ettikleri gibi insan sözü olsaydı (elbette onda) o kitabı mübinde (birçok ihtilâf bulurlardı) onun nazmında zıtlık mânâlarında çelişki bulunurdu. Bazı âyetleri açık, bazıları da zayıf olurdu, benzerini getirmek mümkün görülürdü. Özellikle tarihe, birçok tabiat gerçeklerine geçmişe ve geleceğe ait, gayb işlerinden sayılan hususlardaki beyanları arasında muhalefetler, bulunurdu, hem de öyle az değil belki bir çok muhalefetler, çelişkiler meydana çıkardı. Halbuki, onun belagat i, yüceliği, haki kat a uygunluğu karşısında bütün âlimler ve edipler hayretlerini açıklamış bulunmaktadırlar, onun bu kutsiyetini t as d ika mecbur olmaktadırlar. Nitekim o münafıkların içlerinde olanları bu ilâhî âyetin olduğu gibi haber vermesi de öyle gayb a ait duyumlar kabilinden bulunmuştur. Artık bu mucize kitabı Allah tarafından vahy yoluyla almaya mazhar olan bir yüce zat peygamberlik ve ri s al et iddiasında yalancı görülebilir mi?. O inkarcılar bunu da biraz düşünmeli değil midirler?.











83. Ve onlara eminlikten veya korkudan bir haber geldiği zaman onu yayıverirler. Ve eğer onu Peygamber'e veya kendilerinden olan emir sahiplerine arzetseler elbette onlardan bunun hükmünü çıkaracak zatlar bunu bilirlerdi. Ve eğer Allah Teâlâ'nın lütuf ve rahmeti üzerinize olmasa idi pek azınız müstesna, elbette şeytana uymuş olurdunuz

83. Bu mübarek âyetler de birtakım münafıkların kötil hareketlerini dedikodularını kınamaktadır. Ve mühim hususlarda selâhiyetli olan zatlara müracaatın lüzumuna ve ehli İslâm'ın sava; ile mükellef kılınmasındaki faidelere işareti kapsamaktadır. Şöyle ki: (Ve onlara) münafıklara (eminlikten) İslâm birliklerinin başarısından, malî ganimete kavuşmasından (veya korkudan) öldürülme ve yenilgi gibi bir olayın meydana gelmesine dâir (bir haber geldiği zaman onu) o haberi münafıklar (yayıverirler) neşir ve ifşa eder dururlar, daha gerçek durumun neden ibaret olduğunu anlamadan ilâna yelten iri er. (ve eğer onu) o haberi (Peygamber'e) arzedip de ondan bilgi almış olsalar idi (veya kendilerinden olan) Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer gibi mü'minlerin seçkin üyelerinden olup görüş sahibi bulunan (emir sahiplerine arzetseler) pek isabet etmiş olurlardı, (elbette onlardan) onların içlerinden (bunu) bu haberleri gerçek yönü ile bilip (hükmünü çıkaracak) bilgili (zatlar) tecrübelerine, güzelce mütalâalarına dayanarak lâzım gelen tedbirleri gösterecek, bunun yayılmasının uygun olup olmadığını tayin eyleyecek olan o zatlar (bunu) bu haberi güzelce (bilirlerdi) bunun gizlenmesinin mi, yayılmasının mı münasib olacağını tayin eylerlerdi, (ve eğer) Ey mü'minler!. (Allah Teâlâ'nın lütfü) İslâmiyet e kavuşma nimeti (ve rahmeti) Peygamber göndermesi. Kur'an'ı Kerim'i indirmesi (üzerinize) yönelmiş (olmasa idi) böyle bir ilâhî nimete mazhar bulun masaydınız sizden (pek azınız müstesna) olarak Cenâb-ı Hak'kın kendilerine lütfetmiş olduğu sahih bir akıl, bir korunmuşluk sayesinde şeytana tâbi olmazdı, kalan kısmınız ise (elbette şeytana uymuşı onun küfr ve isyana dâir olan telkinlerine uymuş (olurdunuz) artık şükretmelisiniz ki, Cenâb-ı Hak merhamet buyurmuş, size yüce bir Peygamber'i göndermiş, onun vasıtasıyla semavî kitabını sizlere ihsan eylemiş binaenaleyh sizlerin her bakımdan selâmet ve hidâyet yolunu takib etmeniz lâzım değil midir?

§ Rivayete göre Rasülü Ekrem Hazretleri bazen düşmanlarına karşı birlikler, askerî fırkalar gönderirdi. Münafıklar ise bunların hareketlerini takibe koyulurlar, bunların hakkında gerçeğe aykırı haberler yayarlardı, İslâm siyasetine aykırı haberler yayıp dururlardı. Bu kötü halleriyle de Rasülü Ekrem e eziyet etmiş olurlardı, İşte bunların bu hallerini beyan, kendilerini irşat ve ikaz için bu âyeti kerime nazil olmuştur.





84. Artık Allah yolunda savaşta bulun. Sen nefsinden başkası ile mükellef olmazsın. Müminleri de teşvik et. Umulur ki, Allah Teâlâ o kâfir olanların saldırısını defeder ve Allah Teâlâ'nın gücü daha şiddetlidir ve tenkilce de daha şedittir.

84. (Artık) Habibim Ya Muhammedi. Aleyhisselâm (Allah yolunda savaşta bulun) ehli küfr ile cihada devam et (sen nefsinden başkası İle mükellef olmazsın) sen yalnız kendi yaptıklarından sorumlusun, başkalarının fiil ve hareketlerinden dolayı mükellef ve mesul değilsin. Binaenaleyh sen yalnız kendi başına olsan da yine savaşa atıl, çünki senin için Cenab'ı Hak, zaferi vaad buyurmuştur. Sen (mü'minleri de) cihada (teşvik et) sen hakikî imân sahiplerini de savaşa teşvikte bulun bu hususta senin üzerine düşen vazife, böyle bir teşvik ve özendirmeden başka değildir, (umulur ki) Evet... Bir ilâhî vaad olduğundan gerçekleşmesi muhakkaktır ki (Allah Teâlâ, o kâfir olanların saldırısını) gücünü, kuvvet ve şiddetini (defeder) size galibiyet nasib buyurur, (ve) Şüphe yok ki (Allah Teâlâ'nın gücü) kuvvet ve satvet! o düşmanlarınızdan (daha şiddetlidir) onun kuvvet ve gücü sonsuzdur (ve) Allah Teâlâ (tenkilce de) kahr etme ve azap etme bakımından da onlardan (daha şiddetlidir) artık Cenâb-ı Hak'ka sığınan onun dinine yardım için Hak Teâlâ d an yardım ve başarı isteyen mü'minler, o gibi kâfirlerden korkar da cihat sahasına atılmaktan kaçınırlar mı?.

§ Rivayete göre Rasülü Ekrem, S al I al I ah ıı Aleyhi Vesellem Uhııd savaşını müteakip, Bedrüssuğra denilen bir yerde zilkade ayına tesadüf eden bir mevsimde Mekkeliler ile tekrar savaşta bulunacağına söz vermişti. O mevsim gelince müslümanların arasından bazı kimseler bu savaştan kaçınmak istemişler. Hz. Peygamber de: Nefsim kudret elinde olan Allah Teâlâ'yayemin ederim ki, yalnız başıma da olsam bu savaşa çıkacağım diye buyurmuş, yetmiş kadar sııvâri kahraman ile Bedrüssıığraya kadar teşrif etmiş, düşmanlar ise korkuya tutularak bu savaş meydanına çıkmadan kaçınmışlardır. İşte bu âyeti kerime, buna işareti kapsamaktadır. Ali İmran süresine de bakınız!.







85. Her kim güzel hir şefaatle şefaatte bulunursa onun için de ondan bir nasib olur. Ve her kim kötü bir şefaatle şefaatte bulu-nursa onun için de ondan bir hisse olur. Ve Allah Teâlâ her şey üzerine hakkıyla şahittir.

85. Bu mübarek âyetler, müslümanları birbirine karşı iyilik ister bir muamelede bulunmaya ve birbirleriyle karşılaşınca güzelce selâmlaşarak aralarındaki muhabbeti, din kardeşliğini göstermeğe yöneltmektedir. Şöyle ki: Müslümanlardan (her kim) bir din kardeşi hakkında (güzel bir şefaatle şefaatte bulunursa) o kardeşinin dünyevî ve ııhrevî olan menfaatine ve onun bir zarardan korunmasına dâir sırf Allah rızası için sözle bir yardıma, bir istirhama koşarsa (onun için de) o şefaatte bulunan kimse hakkında da (ondan) o şefaati yüzünden (bir nasib) bir sevab tahakkuk etmiş (olur) bu güzel hareketinin mükâfatını görür, (ve) bilâkis (her kim kötü) gayrı meşru, iyi niyetli olmayan (bir şefaatte şefaatte bulunursa onun) öyle şeriata aykırı şefaatte bulunan kimse (için de ondan) o şefaati sebebiyle (bir hisse) günahtan bir pay tahakkuk etmiş (olur) o gayrı meşru şefaatine eşit bir günaha bir sorumluluk altına girmiş bulunur. (Ve Allah Teâlâ her şey üzerine şahittir") koruyucudur, şefaati görmektedir ve o şefaate göre mükâfat ve ceza vermeğe kadirdir. Binaenaleyh herkesin yaptığı şefaati görmektedir ve o şefaate göre mükâfat ve ceza verecektir.











86. Ve bir selâm ile selâm verildiğiniz vakit hemen ondan daha güzeli ile selâmda bulununuz veya onu -aynı ile- iade ediniz. Şüphe yok ki, Allah Teâlâ her şeyin hesabını arayandır.

86. (Ve) Ey mü'minler!. Siz güzelce şefaate izinli, ondan dolayı sevaba nail olduğunuz gibi bir nevi şefaat olan selâm ile de görevli bulunmaktasınız. Binaenaleyh siz bir tahiyye ile yâni (bir selâm ile selâm verildiğiniz vakit hemen ondan) o selâmdan (daha güzeli İle) daha fazla hayır ist erlik ifade eden bir tabir ile (selâmda bulununuz) o selâma öyle bir saygı ile karşılık veriniz, (veya onu) o selâmı aynı ile (iade ediniz) tam misli ile karşılıkta bulununuz. Meselâ: S elam ün aleyküm denilmesine karşı "ve aleykümüsselâm" denilmesi aynı ile karşılık vermektir. "Ve aleykümüsselâm ve rahmetııllahi ve berekâtühü" denilmesi de daha güzel bir şekilde karşılık vermektir, (şüphe yok ki. Allah Teâlâ) ezelî ve ebedî olarak (her şeyin hesabını arayandır) koruyucu ve kâfidir. Bu selâm vazifesi de bu cümledendir. Artık bunun da lâyık olduğunuz mükâfatını göreceksinizdir. Cenâb-ı Hak bunun mükâfatını vermeğe de inanmışız ki kadirdir, binaenaleyh her hususta güzelce hareketten ayrılmayınız..

§ Tehiyye lâfzı lügattadııa, övme, mülk manasınadır. Çoğulu, Tehâyâ ve tehiyyattır. Meselâ: "Ettehiyyatü lillâhi" denilir ki, mülk Allah Teâlâ'nındır, demektir. Sonra Hayya kellahü, denilir ki, Allah Teâlâ'nnı selâmı senin üzerine olsun demektir. Vaktiyle Araplar birbirlerine rast gelince: Allah Teâlâ seni uzun ömürlü kılsın mânâsına olarak: "heyya kallah" derlerdi. Sonra bu tabir yerine müslümanlar arasında "selâm" tabiri kullanılmıştır, ki bu daha ziyade bir hayr istemeyi içermektedir, mııhatab hakkında selâmet ve saadet temennisinden ibarettir, "berhayat ol", "çok yaşa" gibi tabirler, selâm tabiri kadar hayr isteyici tabir değildir. Çünkü bir insan çok yaşadığı halde hayatından bir zevk alamayabilir, sıhhat ve selâmetten mahrum bir halde bulunmuş olabilir, selâmet ise böyle değildir. Maamafih "selâm" Cenâb-ı Hak'kın mukaddes isimlerinden biridir. "Esselâmü aleyke" tabiri "sen Cenâb-ı Hak'kın koruması ve himayesinde ol" gibi bir mânâyı da içermektedir. Selâm verip almak hususunda riâyet edilecek bazı yönler vardır. Şöyle ki: İki müslüman karşılaşınca birinin diğerine selâm vermesi bir sünnettir. Diğer müslümanın buna karşılık vermesi de bir farzdır veya bir vaciptir.

Birkaç zat, birkaç zata tesadüf edince içlerinden birinin selâm vermesi bir sünneti kifayedir, diğerleri tarafından birinin karşılık vermesi de bir farzı kifaye bulunmuş olur. Bu durumda hepsinin birden selâm verip alması icab etmez. Bununla beraber verecek olsalar bu vazife yine ifa edilmiş olur.

Selâmda sünnet olan şekil şudur: Yürümekte olanların oturanlara, bineklilerin, yayalara, gençlerin, yaşlılara ve azlığın, çokluğa ilk defa selâm vermesidir. Hutbe iradeden. Kur'an'ı Kerim'i açıktan okuyan, hadisi şerifi rivayet eyleyen, İlim öğreten, namaz ile ve ezan ve ikamet ile meşgul olan zatlara selâm verilmez. Tâki yaptıkları işler kesintiye uğramasın. Ab d ast bozmak il zara bıılııman, ağ İane al er ile, şarkı ve türkü söylemek ile meşgul bulunan, hamamda çıplak duran kimselere de selâm verilmez. Çünkü onların bu vaziyetleri selâma aykırıdır. Bir insan, kendi eşine ve diğer mahremi olan kadınlara selâm verir, ecnebilere selâm vermez. Selâm verirken rııkû'a gider gibi eğilmek de caiz değildir.

87. Allah Teâlâ ki, ondan başka mabut yoktur, elbette o sizi kıyamet gününe toplayacaktır onda şüphe yok. Ve Allah Teâlâ'dan daha doğru sözlü kim vardır?

87. Bu mübarek âyetler, Allah'ın birliğini isbat, mü'minleri uyarmaktadır, münafıkların da çirkin karakterlerini bildirerek onlara karşı müslümanların birleşik bir cephe almalarına şöylece işaret buyurmaktadır. (Allah Teâlâ ki) O yüce Yaratıcı ki birdir (ondan başka mabut) ibadete lâyık bir fert (yoktur) onun birliği, mâbııd olduğu binlerce deliller ile sabittir, (elbette) tek olan yüce zatına yemin olsun ki, (O) Yüce Yaratıcı (sizî) ey bütün insanlar sizi (kıyamet gününe) bütün ölülerin kabirlerinden kalkacakları günde (toplayacaktır.) Orada hesaba çekileceksiniz, (onda) O günde, o gündeki bu kabirden kalkmada (şüphe yok) dur. Çünki bunu Cenab'ı Hak, Kur'an-ı Kerim'de kesin bir şekilde beyan buyuryuor, artık bunun zıddı düşünülebilir mi? (Ve Allah Teâlâ'dan daha doğru sözlü) Allah'ın Yüce zatından daha doğru sözlü (kim vardır?) elbette ondan daha doğru sözlü bir zat yoktur. O halde onun bütün ilâhî beyanlarını tasdik etmek bütün akıl sahiplerine yönelik bir vazifedir.

88. Size ne oluyor ki, münafıklar hakkında iki fırka bulunuyorsıı-nuz? Allah Teâlâ onları kazandıkları şey sebebiyle tersine döndürmüştür. Hak Teâlâ'nın saptırdığını doğru yola getirmek mi is-tiyorsunıız?. Ve her kimi ki, Allah Teâlâ saptırırsa artık sen onun için bir yol bulamazsın.

88. Ey müslümanlar!, (size ne oluyor ki) içinizden bir kısmınız hakikati görüp anlamıyor?, (münafıklar hakkında) Onların durum ve davranışları hakkında (iki gruba ayrılmış bulunuyorsunuz?) onların kâfirlikleri konusunda ittifak edemiyorsunuz, ayrılığı düşüyorsunuz, içinizden bazıları onların mü'm in oldukları kanaatinde bulunuyor. Halbuki, (Allah Teâlâ onları) o münafıkları (kazandıkları şey sebebiyle) tercih eyledikleri küfür ve isyan yüzünden, dinden dönmelerinden ve müşriklere katılmalarından dolayı (tersine döndürmüştür) onları ateşe sevketmiştir veya onları arkası arkasına döndürerek kâfirler hükmüne reddeylemiştir. (Hak Teâlâ'nın saptırdığını) dalâlete düşürdüğünü (doğru yola getirmek mi istiyorsunuz) siz onları hidâyete kavuşmuş kimselerden mi sayıp duruyorsunuz?, (ve her kimi ki. Allah Teâlâ saptırırsa) onu hidâyet yolundan uzak düşürürse (Artık sen onun için bir yol) onu hidâyete kavuşturacak bir yol (bulamazsın) onlar kendi yaratılışlarını, tercihlerini kötüye kullanarak küfür ve isyan yolunu tuttukları için Cenâb-ı Hak, hikmet gereği onların kâfirliğine, sapıklığına hükmetmiştir. Artık onları kimse kurtaramaz. Onların haklarındaki yanlış bir hüsnüzannın ne kıymeti olabilir.

§ Rivayete göre Medine'i Münevvere dışında bir takım kimseler var idi ki, onlar müslümanlara karşı İslâmlık iddiasında bulunuyorlardı. Halbuki, fikren müşrikler ile beraber olup fırsat düşünce müslümanların aleyhinde bulunmak isterlerdi. Müslümanların kanaatler! ise bunların hakkında başka başka idi. Bir kısmı bunları ciddî müslüman zannediyordu, bir kısmı da bunların münafık olduklarını anlamış bulunuyordu, İşte bunların bu münafıkça durumlarını bildirmek için bu âyeti kerime nazil olmuştur. Daha başka rivayetlerde vardır.









89. Arzu etmişlerdir ki, kendilerinin kâfir oldukları gibi siz de kâfir olup onlar ile eşit bıılıınasınız. O halde onlar Allah yolunda hicret edinceye kadar onlardan dostlar edinmeyiniz. Eğer yüz çevirirlerse artık onları her nerede bulursanız tutunuz ve öldürünüz. Ve onlardan ne bir dost, ne bir yardımcı edinmeyiniz.

89. Bu mübarek âyetler, kâfirlerin müslümanlar hakkındaki kötü maksatlarını ve onların dost tutulmaya lâyık olmadıklarını bildiriyor, İslâm varlığını korumak ve savunmak için şarttan mevcut olunca onlara karşı cihadda bulunulmasını emrediyor ve onlardan kimlere karşı savaşta bulunulmamasını tayin ederek bu husustaki pek yüksek dinî siyaseti şöylece göstermiş bulunuyor. O münafıklar (Arzu etmişlerdir ki) temennide bulunmuşlardır ki, (kendilerinin kâfir oldukları gibi siz de kâfir) olasınız, ve temennide bulunmuşlardır ki, siz de kâfir (olup onlar ile) küfürde (eşit bıılıınasınız) artık ey mü'minler!. Onların bu kötü maksatlarını anlayınız, (o halde onlar Allah yolunda) sizin gibi sahih, imanlarını kuvvetlendiren bir hicret ile (hicret edinceye kadar onlardan dost edinmeyiniz) onlar imân ettiklerini açıklasalar da yapmacıktır, ona ehemmiyet vermeyiniz. (Eğer yüz çevirirlerse) Allah'ın birliğine imândan kaçınır, öyle münafıkça bir hâl üzere durmak isterlerse (artık) cezayı hak etmişlerdir, (onları her nerede) gerek harem bölgesi dışında ve gerek içinde (bulursanız tutunuz) esir alınız, (ve öldürünüz) haklarında diğer kâfirlere yaptığınız muameleyi yapınız (ve onlardan ne bir dost) bir yaran, bir ahbap (ne de) onlardan sizin için düşmanlarınız üzerine (bir yardımcı edinmeyiniz.) Bilakis onlardan tamamen uzak durunuz.











90. O kimseler müstesna ki, onlar sizin aranızla kendi aralarında bir anlaşma bulunan bir kavme iltica etmiş veyahut sizinle savaşta bulunmaktan veya kendi kavimleriyle harb etmekten göğüsleri darlaşmış oldukları halde size gelmiş olurlar. Ve eğer Allah Teâlâ dilemiş olsa idi elbette onları size musallat ederdi ve sizi katlediverirlerdi. İmdi onlar sizden bir tarafa çekilirler de sizinle savaşta bulunmazlarsa ve barışı size bırakırlarsa artık Allah Teâlâ sizin için onların aleyhine bir yol vermemiştir.

90. Bu esir almak, öldürmek hükmünden (O kimseler müstesna ki, onlar) dan bir taife (sizin aranızla kendi aralarında bir anlaşma bulunan bir kavme iltica etmiş) olurlar. Bu mültecilere artık dokunulmaz. Çünki o hususa dâir bir siyasî sözleşme bulunmuş olur. Nitekim Rasûlü Ekrem Hazretleri Beni Eşlem kabilesiyle böyle bir sözleşmede bulunmuş, onların temsilcisi olan Hilal bini Üveymir'e karşı: Birbirinin ne lehine ve ne de aleyhine yardımda bulunmayacaklarına ve Hilâle gidip iltica edenlerin de Hilal gibi saldırıdan korunmuş bulunacaklarına söz vermiştir. (Veyahut sizinle savaşta bulunmaktan) kendi kavimleriyle beraber size karşı savaşa atılmaktan (veya kendi kavimleri ile muharebe etmekten) sizinle beraber olup onlara karşı cenk eylemekten (göğüsleri darlaşmış) kalpleri sıkılmış (oldukları halde size gelmiş olurlar) ne sizin aleyhinize ve ne de lehinize savaşta bulunacak bir durumda bulunmazlar. İşte bu grup da müstesnadır. Bunları esir almaya, öldürmeğe lüzum yoktur. Nitekim Beni Müdlic kabilesi bu cümledendir. Bunlar Rasûlü Ekrem Efendimize gelip böyle bir savaştan uzak olduklarını arzetmislerdi. (Ve eğer Allah Teâlâ) Sizin üzerinize bunları musallat kılmayı (dilemiş olsa idi elbette onları size musallat ederdi) kalplerini kuvvetlendirir, onları sizin üzerinize saldırırdı, (da sizi katlediverirlerdi) Fakat Cenâb-ı Hak, bunu dilemedi, onları öyle perişan bir vaziyete soktu. (İmdi onlar sizden bir tarafa çekilirlerde) size taarruz etmez (sizinle savaşta bulunmazlarsa) ve barışı teslim olup boyun eğerlerse, sulh ve barışı (size bırakırlarsa) size itaat ederek teslimiyette bulunurlarsa (artık Allah Teâlâ sizin için onların aleyhine) esir almak, öldürmek gibi bir şekilde (bir yol vermemiştir) bir müsaade yolu tayin buyurmam ıştır. Binaenaleyh onların şu teslimiyetlerine, şu âciz durumlarına bakarak kendilerine saldırmaya meydan vermeyiniz. Müslümanlıkta anlaşma yapanlar ve mülteciler hakkında böyle şereflice muamelede bulunmak bir siyasî fazilet icabıdır.











91. Başka bir taife de bulacaksınız ki, onlar hem sizden emin ol-mayı ve hem de kavimlerinden emin bulunmayı dilerler. Fitneye her sevk edildikleri zaman da onun içine baş aşağı atılırlar. Artık onlar sizden çekinmezi erse ve barışı size bırakmazlarsa ve ellerini çekmezlerse onları her nerede ele geçirirseniz tutunuz ve öldürü-nüz işte sizin için onların aleyhine apaçık bir emir verdik.

91. Bu âyeti kerime, hilekâr, fitneleri körükleyen, İslâm varlığına saldıran bir kısım münafıklara karşı ehli İslâm'ın sahip olduğu selahiyeti şöylece bildirmektedir. Şüphesiz yakında münafıklardan (başka bir taife de bulacaksınız ki, onlar) sizin yanınızda yalan yere imân ettiklerini açıklayarak (hem sizden emin olmayı ve hem de) kavimleri arasına dönünce küfürlerini açığa vurarak (kavimlerinden emin bulunmayı dilerler) böyle münafıkça hareketlerde bulunurlar. Bu münafıklar (Fitneye) küfre (her sevk edildikleri zaman da) çirkin bir kalp ile (onun) o fitnenin (içine baş aşağı) ters dönmüş bir şekilde, tepe taklak (atılırlar) böyle kâfirce bir hareketten çekinmezler. (Artık onlar) Sizinle savaşmayı terk ile (sizden çekinmezi erse ve barışı) sulh ve barışı (size bırakmazlarsa ve) onlar fırsat buldukça sizinle savaştan (ellerini çekmezlerse onları her nerede) bulursanız (ele geçîrirseniz tutunuz) esir alınız (ve öldürünüz) Ey İslâm mücahitleri!, (işte sizin için onların aleyhine apaçık bir emir verdik) onların Müslümanlara karşı düşmanlıkları açık, küfürleri meydanda olması bulunduğu sebebiyle onlara taarruz için, onları öldürmeniz ve esir almanız için sizlere apaçık bir delil bir müsaade verdik. Artık icabına göre hareket ediniz.

§ Rivayete göre bu taifeden maksat, Benü Esat ile Gatfan kabileleridir. Bunlar Medine'i Münevvereye geldikçe müslüman olduklarını söyler söz alma ve emniyet isteğinde bulunurlardı. Kendi kabilelerine dönünce de küfürlerim açıklar, onlardan emin olmak için müslümanlar aleyhinde söylenir dururlardı. İşte bu âyeti kerime bu gibi münafıkların hallerini bildirmektedir. Diğer bir rivayete göre de bu taifeden maksat, Abdüddar oğulları idi.









92. Bir mü'm in için lâyık değildir ki, bir mü'mini öldürüversin, meğer ki, yanlışlıkla olsun. Ve kim bir mü'mini yanlışlıkla öldürürse bir mü'm in köle azad etmesi ve öldürülenin vârislerine teslim edilecek bir diyet vermesi lâzım gelir. Meğer ki, tasaddıık etsinler. Eğer öldürülen mümin olduğu halde size düşman olan bir kavimden ise o halde bir mü'm in köle azad edilmesi icab eder. Ve eğer öldürülen, sizin ile aralarında bir sözleşme bulunan bir kavimden ise o zaman varislerine teslim olunmuş bir diyet ile bir mü'min köle azad edilmesi lâzım olur. Fakat her kim köleyi bulamazsa Allah Teâlâ tarafından bir tövbe olmak üzere ardarda iki ay oruç tutması lâzım gelir. Ve Allah Teâlâ alîmdir, hakimdir.

92. Bu âyeti kerime, bir mü'mini haksız yere kas d en öldürmenin gayri meşru, İslâmiyet in şanına lâyık olmadığını, hata yoluyla olan öldürmelerden dolayı da katile yönelik olan tazminat ve diğer şeyleri şöylece beyan etmektedir. (Bir mü'min için) doğru ve hâline (lâyık değildir ki, bir mü'mînî) kas d en haksız yere (öldürüversîn) bu büyük bir cinayettir, (meğer ki yanlışlıkla olsun) Bir hatâ neticesi olarak böyle bir öldürme olayı meydana gelsin. Bundan tamamen kaçınmak insanların gücü üstündedir. Meselâ: Olabilir ki ava atılan bir kurşun yanlışlıkla bir şahsa tesadüf ederek ölümüne sebebiyet verir. Veya bir müslüman savaş esnasında düşmana karşı hücum ederken onların arasında bulunan bir müslümanı düşman zannederek öldürür. O halde bunlar bir müslümanı kas d en öldüşmek gibi bir cezayı gerektirmez. Belki bunun icab edeceği şey başkadır, şöylece beyan olunuyor. (Ve kim bir mümini yanlışlıkla) kasıtlı olmayıp bir hatâ neticesi olarak (öldürürse) meselâ: Bir ağaca veya bir ava attığı bir kurşun, bir mü'mine isabet ederek onu öldürürse bunun gereği (bir mü'min rakabe) yâni köle veya câriye isterse çocuk olsun (azad etmesi) d ir, onu hürriyete kavuştıırmasıdır. O yaptığı öldürmeğe karşılık esaret ve kölelik münasebetiyle ölmüş sayılan bir mü'mini hürriyete kavuşturmak suretiyle manen dirilterek bir nevi kaybedileni telâfi etmeye çalışmış olur (ve) bununla beraber (öldürülenin varislerine teslim edilecek) belirli miktarda öldürenin (bir diyet vermesi lâzım gelir) ki, onlar bunu öldürülenin diğer malları gibi arlarında taksim ederler. Bununla onlar bir nevi razı edimiş ve kendilerine yardım edilmiş olur. (Meğer ki) varisler bu diyeti almayıp katile (tasaddıık etsinler) bu diyeti affedip bunu almamak cömertliğini göstersinler. Çünki katil haddizatında onlara karşı bir düşmanlıkta, kas d en bir zararda bulunmuş değildir. (Eğer öldürülen, mü'min olduğu halde size düşman olan bir kavimden ise o halde) onu bilmeksizin öldürmüş olan katil tarafından yalnız (bir mü'min köle azad edilmesi icab eder) diyet lâzım gelmez. Çünki bu takdirde o mü'min ile onun savaşan akrabası arasında varislik geçerli değildir ki, onun diyetine veraset yoluyla hak kazanmış olsunlar (Ve eğer öldürülen) mü'min olsun olmasın (sizin ile aralarında bir sözleşme bulunan bir kavimden ise o zaman) katil tarafından o öldürülenin (vârislerine teslim olunmuş bir diyet He bir mü'min köle) bir köle veya câriye (azâd edilmesi lâzım olur) bu diyeti çabucak vermelidir, aradaki anlaşmayı bozma ihtimaline meydan vermemelidir. (Fakat her kim) Azad edeceği bir köleyi (bulamazsa) buna sahip olmadığı gibi bunu satın almaya da serveti müsait bulunmadığı takdirde onun (Allah Teâlâ tarafından) meşru kılınmış, kabul buyrıılmuş (bir tövbe olmak üzere ardarda) aralıksız (İki ay oruç tutması lâzım gelir) katil, kadın ise hayz ve nifas halleri müstesnadır, bunların omca ara vermesi kefaretin sıhhatine mâni olmaz. (Ve Allah Teâlâ alîmdir) Her şeyi bilir, bu öldürme olayı ve oruç tutulması da o cümledendir ve Hak Teâlâ (hakimdir) bütün şer'î hükümleri bir hikmet ve faydaya dayanmaktadır. Bu öldürme olayları hakkındaki bu ilâhî hükmü de hikmetin kendisidir.

§ Rakaba, lûgatta boyun demektir. Birşeye parçalarının en şereflisinin ismini vermek kabilinden olarak insana da rakaba denilmektedir. Nasıl ki yüz, baş denilerek bununla şahıs kasdolunur. Bununla beraber rakaba ile köle ve câriye kasdedilmiştir ki, erkek, dişi, büyük, küçük, ve mümin, mü'min olmayan kölelere, cariyelere rakabe denilmiştir.

§ Diyet kelimesi için Bakare süresindeki (178 inci) âyeti kerimenin tefsirine bakınız.

§ Rivayete göre esbabı kiramdan olan Hüzeyfe, Uhııd savaşında Rasülüllah ile beraber bulunuyordu, babası olan "Yamani" ise gayrı müslimler arasında bulunduğu için gayrı müslim sanılarak İslâm mücahitler! tarafından öldürülmüştü. Halbuki, Yamanide İslâmiyet'i kabul etmişti. Hattâ Hz. Hüzeyfe bu benim babamdır demiş ise de bunun farkında olamamışlar. Onun müslümanlığı daha sonra anlaşılınca pişmanlık duyulmuş Hz. Hüzeyfe ise: Din kardeşlerine karşı Allah Teâlâ sizi bağışlar, o merhametlilerin en merhametlisidir, diye teselli etmiş Rasülü Ekrem Efendimiz bunu haber alınca Hz. Hüzeyfe'nin mevkii Rasülııllah'ın katında daha yükselmiştir, bu hadiseyi müteakib de bu âyeti kerime inmiştir. Bununla beraber daha başka nüzul sebepleri de rivayet edilmiştir.









93. Ve her kim bir mümini kas d en öldürürse onun cezası içinde uzun süre kalmak üzere cehennemdir. Ve Allah Teâlâ onun üzerine gazab etmiş ve ona lanette bulunmuş ve onun için pek büyük bir azab hazırlamıştır.

93. Bu âyeti kerime herhangi bir mümini haksız yere kas d en öldürmenin ne büyük bir cinayet olup ne büyük cezaya sebep olacağını ihtar buyurmaktadır.

Şöyle ki: (Ve her kim bir mü'min!) kılıç, kama, tüfenk, büyük taş parçası gibi öldürücü bir şey ile (kas d en) ölümünü isteyerek (öldürürse) böyle peh büyüh bir cinayeti kasden işlerse (onun cezası) bu cinayetinden dolayı âhirette hak etmiş olduğu ceza, (içinde uzun süre kalmak) birçok zaman içinden çıkmamak üzere (cehennemdir) o haddizatında böyle bir cezaya lâyıktır, (ve Allah Teâlâ onun) o katilin (üzerine gazab etmiş) ondan intikam almak istemiştir. (Ve ona) bu cinayetinden dolayı (lanette bulunmuş) onu rahmetinden uzaklaştırın ıştır, (ve onun için) cehennemde (pek büyük bir azab hazırlamıştır) ki, onun derecesini biz insanlar takdirden âciz bulunmaktayız.

Çünkü bir mü'mini öyle haksız yere kasden öldürmek pek büyük bir günahtır, bir cinayet d ir. Nitekim bir hadisi şerifte:: Nefsim kudret elinde olan Cenâb-ı H ak'ka yemin ederim ki, dünyanın yok olması, Allah katında bir mü'minin

öldürülmesinden daha hafiftir. Böyle bir katil hakkındaki dünyevî hüküm, ceza, kısastır. Nitekim Bakara süresinde beyan olunmuştur. Uhrevî hüküm ceza da onun cehennemde uzun bir müddet kalmasıdır. Evet... Mü'minlerden âsi olanlar, her ne kadar isyanları sebebiyle cehennemde uzun müddet azap çekseler de sonunda oradan çıkarılacaklardır. İmanlarının ebedî mükâfatını göreceklerdir. Bu hususa dâir birçok şer'î delil vardır. Cehennemde ebedî kalmak ise kâfirlere aittir. Bununla beraber bir mü'mini haksız yere öldüren kimse, bu öldürmeyi doğru görür bu husustaki İlâhî hükmü hafife alırsa dinden dönmüş olacağı için bundan tövbe edip Allah'tan af dilemeden öldüğü takdirde onun da cehennemde ebedî olarak azap çekeceği şüphesizdir. Tefsire i I erin icmâına göre bu âyeti kerime, bir mü'mini öldüren bir kâfir hakkında nazil olmuştur. Bununla birlikte hükmü umumidir.

§ Rivayete göre Mikyes ile Hişâm adında iki şahıs müslüman olmuşlardı. Daha sonra Mikyes kardeşi Hişam'ı Beni Neccar kabilesi arasında öldürülmüş olarak buldu, keyfiyeti Rasülü Ekrem'e arzetti. Peygamber efendimizde Beni Fihrden Zübeyir adındaki bir zatı Beni Nece ar'a gönderdi o zat Hz. Peygamber'in tenbihi üzerine Beni Nece ar'a giderek: Eğer katili biliyorsanız Mikyes'e teslim ediniz, kısasta bulunsun, bilmiyor iseniz Hişam'ın diyetini kardeşi Mikyes'e veriniz" dedi. Beni Neccar da katili bilmiyoruz diyerek Hişam'ın diyeti olmak üzere Mikyes'e yüz deve teslim ettiler. Mikyes daha sonra şeytana uyarak: "ben ne diye kardeşimin diyetini aldım, onun yerine bir kişiyi öldüreyim de intikam alayım" diyerek yanındaki Zübeyr'in gafletinden istifâde ederek bir ta; ile başını parçalamış, dinden dönerek Mekke'ye geri gitmişti. İşte bu âyeti kerime bunun hakkında nazil olmuştur. Rasûlü Ekrem efendimiz, Mekke'i Mükerreme'yi fethedince bu mürteddi Kabe'nin örtüsüne yapıştığı halde yine öldürmüş kendisine em ân vermemiştir.









94. Ey imân edenler!. Allah Teâlâ'nın yolunda yürüdüğünüz zaman dikkatli bulununuz ve size selâm veren kimseye, dünya hayatının geçici faydasını arayarak, sen mü'm in değilsin, demeyiniz. Allah Teâlâ'nın indinde çok ganimetler vardır. Siz de evvelce öyle idiniz de Allah Teâlâ size lütfetti. Artık işi güzelce belli olmasına bakınız. Şüphe yok ki, Allah Teâlâ sizin yaptığınıza hakkiyle haberdar bulunmaktadır.

94. Bu âyeti kerime her işte acele etmeksizin hareket edilerek haki kat I arın güzelce ortaya çıkmasına dikkat edilmesini emretmektedir. Geçici menfaatler uğrunda gayrı meşru tecâvüzlere yol verilmemesini ihtar buyurmaktadır. Şöyle ki: (ey imân edenler) Ey İslâm mücahitler!!. (Allah Teâlâ'nın yolunda yürüdüğünüz) cihat için sefere çıktığınız (zaman dikkatli bulununuz) karşılaşacağınız işlerin ortaya çıkıp belli olmasını araştırınız, düşünmeksizin acele etmeyiniz (ve size) m üs I umanlar arasında uygulandığı şekilde (selâm veren kimseye) düşünmeksizin sırf (dünya hayatının geçici faydasını arayarak) o selâm verenin malını bir ganimet malı telâkki ederek kendisine (sen mü'm in değilsin) kendini kurtarmak için böyle müslüman olduğunu açıklıyorsun (demeyiniz) belki onun açıkladığı imânı, İslâmiyet i kabul ediniz, onun hakkında bu açıkladığı imân gereğince muamelede bulununuz. Çünki (Allah Teâlâ'nın katında çok ganimetler vardır) sizleri zenginleştirmeye fazlasıyla yeterlidir o selâm verenin malına kavuşmak için hayatına kast eylemeyin iz. Düşününüz ki, (siz de evvelce öyle idiniz) İslâmiyet' ilk kabulünüz zamanında yalnız kel i m e'i şahadeti okumakla canınızı, malınızı kurtarmıştınız, sözünüzün özünüze uygun olup olmadığını araştırılmamıştı, (da Allah Teâlâ size lütfetti) sizin o şekilde imanınızı kabul etti, onunla sizin karımızı, canınızı korudu, siz de imân ile şöhret buldunuz, din yolunda dosdoğru harekete kavuştunuz, (artık işin güzelce belli olmasına bakınız) size selâm vererek İslâmiyet'ini arzedenlerin hallerini güzelce nazar-ı dikkate alınız, onların aleyhinde acelece harekette bulunmayınız, (şüphe yok ki. Allah Teâlâ sizin yaptığınıza) açık ve gizli amellerinize (hakkiyle haberdar bulunmaktadır) ona göre mükâfat ve ceza verecektir. Binaenaleyh hareketlerinizde zaaf göstermeyiniz, ihtiyattan ayrılmayınız, çabucak yok olan dünya varlığı için, müslüman olduğunu açıklayan kimselere saldırmayınız, daima uyanık bulununuz.

§ Rivayete göre Rasûlü Ekrem, S al I al I ahu aleyhi vesellem Efendimiz, Fedek ahalisi üzerine bir birlik göndermişti. Sahabeden "Üsame bini Zeyid" de bu birlikte bulunuyordu. Fedek ahalisi kaçmış, içlerinde bulunan "Mirdâs" ise vaktiyle müslüman olup İslâmiyet'ini gizlemekte bulunmuştu.. Böyle İslâm birliğini görünce, müslüman oluşuna güvenerek İslâm erlerini karşıladı, kendilerine selâm verdi. Kel i m e'i Tevhid'i okudu. Üsame ise Mi rd as' in bu hareketini gayrı samimî sanarak onu öldürdü, bir tepede bulunan koyunlarını alıp getirdi. Daha sonra Peygamber Efendimiz bu hâdiseden haberdar olunca: Neden Kel i m e'i Tevhid'i okuyan bir kimseyi malına tamah ederek öldürdünüz, kalbini teftiş etmeli değilmiydiniz? diye tekdirde bulundu. İşte bu âyeti kerimenin inmesine bu gibi birkaç olay sebep olmuştur.









95. Mü'minlerden özür sahibi olmaksızın oturanlar ve Allah Teâlâ'nın yolunda mallarıyla, canlarıyla cihatta bulunanlar eşit olmazlar. Allah Teâlâ malları ile ve canları ile cihada atılanları otıı-ranlar üzerine derece itibariyle üstün kılmıştır. Ve Allah Teâlâ hepsine de cenneti vadetmiştir. Ve Allah Teâlâ mücahit olanları, oturanlar üzerine pek büyük bir mükâfat ile tercih kılmıştır..

95. Bu mübarek âyetler, Allah Teâlâ yolunda cihat edenlerin yüksek mevkilerini, müslümanların muhtelif tabakalarını göstermektedir. Şöyle ki: (Mü'minlerden) körlük gibi, hastalık gibi, kötürüm olmak gibi (özür sahibi olmaksızın) cihattan geri kalıp (oturanlar) savaşa katılmamış olanlar (ve Allah Teâlâ'nın yolunda) cihat uğrunda (mallariyle ve canlan ile cihad edenler) savaşa atılmış bulunanlar, İslâm varlığını savunmaya çalışanlar (eşit olmazlar) elbette mücahitlerin mevkii daha yüksektir. Çünki (Allah Teâlâ mal lariyle ve canlariyle cihada at il an I an) c i had d an geri kalıp (oturanlar il zari ne daraca) fazilet ve mükâfat (itibariyle üstün) tercih ve takdim (kılmıştır) mücahitlerin dereceleri daha yüksektir, (ve Allah Teâlâ hepsine de) mücahitlere de, bir özürden dolayı oturanlara da (hüsnâyı) cenneti (vaad buyurmuştur) özür sahipleri de mazeretlerinden ve iyi niyetlerinden dolayı cennete, mükâfata adaydırlar, (ve) maamafih (Allah Teâlâ mücahit olanları) özürsüz yere veya özürlerinden dolayı cihada kat ı lam ayıp (oturanlar üzerine pek büyük bir mükâfat ile tercih) t af dil ve takdim (kılmıştır) Gerçek şu ki: Mazereti olanlar da iyi niyetlerinden dolayı mükâfata nail olacaklardır. Cihada fiilen katılanlar ise hem güzel niyetleri sebebiyle mükâfata nail olacakları gibi bu önemli vazifeyi fiilen yerine getirmiş olduklarından dolayı da ayrıca mükâfatı hak etmişlerdir. Özürsüz olarak cihattan geri duranlar ise bu mükâfat bakımından daha ziyade eşitlikten mahrumdurlar.









96. Allah tarafından verilmiş derecelerdir ve bağış ve rahmettir. Ve Allah Teâlâ gafurdur, rahimdir.

96. Mü'minlere va'dedilmiş olan bu sevaplar (Allah katından derecelerdir) yüksek makamlardır, birbirinin üstünde ikramlarda, lütııflardır. (ve bağış ve rahmettir) bunları kullarına ihsan buyuracaktır, (ve Allah Teâlâ gafurdur) kullarını çok yarlıgayıcıdır ve (rahimdir) kendisine ibadet ve itaatte bulunanları çok esirgeyicidir. Onun merhamet ve şefkati bütün mü'm in kulları hakkında devamlı olarak tecelli edip duracaktır.

§ Rivayete göre s ah ab e'i kiramdan âmâ bulunan "İbni Ümmi Mektıım" mücahitler ile cihada katılmayanların dereceleri Allah katında eşit olamıyacağını anlayınca üzülmüş, kendisi özüründen dolayı cihada iştirak edemediği için cihat sevabından büsbütün mahrum kalacağını sanmıştı. Bunun üzerine özürlü olanların müstesna olduğu bu mübarek âyetler ile beyan olunarak öyle özürlü olanların da niyetlerine göre sevaba nail olacakları kendilerine m üj d el en m iştir.









97. Muhakkak o kimseler ki, nefislerine zulmeder oldukları halde canlarını melekler alacaklardır, ne işte idiniz diyeceklerdir. Biz yeryüzünde zayıf sayılır kimseler idik derler. Melekler de Allah'ın yeryüzü geniş değil mi idi ki, orada hicret edeydiniz, deyiverirler. İşte onların varacakları yer cehennemdir. Ne fena uğranacak yer?.

97. Bu mübarek âyetler, mazeretsiz olarak hicrette bulunmamış olanların kötü sonunu ve birer mazeret sebebiyle hicret edememiş olanların da Allah'ın affına kavuşacaklarını şöylece bildirmektedir. (Muhakkak o kimseler ki) hicreti terkettiler, şirk yurdunda kalarak kâfirlere uymak suretiyle (nefislerine zulmeder oldukları halde canlarını melekler) ölüm meleği ile arkadaşları (alacaklardır) o zaman melekler o kimselere (ne işte idiniz) dinî işlerinizs ait hangi şeyle meşgul bulunuyordunuz (diyeceklerdir) onları böylece kınayacaklardır. O kimseler de özür dileme makamında olarak (Biz yeryüzündeı Mekke yurdunda (zayıf sayılır) dinimizin icaplarını yerine getirmekten, dinini yüceltmek için hizmetden âciz bulunan (kimseler idik derler) boş mazeretler ileri sürerler, (melekler de) onların bu özür dilemelerini geçersiz kılmak ve kendilerini susturmak için (Allah'ın yeryüzü geniş değil mi İdî?, ki, orada) yeryüzünde müsait bir yere (hicret edeydiniz) o kâfirlerin arasından ayrılsa idiniz (deyiverirler) nitekim birçok müslümanlar, Mekke'den Medine'i Münevvereye ve Habeşistan'a hicret etmişlerdir. (İşte onların) o hicreti, özürsüz olduğu halde t erkeden I erin âhirette (varacakları yer cehennemdir) onlar üzerlerine düşen bu hicret farizesini t erki I e kâfirlere müsait alan. bıraktıkları için böyle bir azabı hak etmişlerdir, (ne fena uğranacak yer!.) onların gidecekleri cehennem, en kadar elem verici bir azap yurdu.

§ Bu nefislerine zulmedenlerden maksat, bir rivayete göre küfür yurdunda kalıp bir engel bulunmadığı halde İslâm yurduna hicret etmeyen müslümanlardır. Bunlar altı kimse imiş. Bedir savaşında kâfirler arasında öldürülmüşlerdir. Diğer bir rivayete göre de bunlar, müslümanlara karşı imân ettiklerini gösterdikleri halde kendi kavimleri arasında onlara karşı kâfir olduklarını açıklayan, Medine'i Münevvere'ye hicret etmeyen münafıklardır.

  Alıntı ile Cevapla