Tekil Mesaj gösterimi
Alt 10 - 07 - 2014, 15:24   #5 (permalink)
Çevrimiçi
aSpeNDos Konuyu Baslatan
Kullanıcıların profil bilgileri ziyaretçilere kapalı
Cevap: NİSA SÛRESİ Tefsiri


136. Ey imân etmiş olanlar!. Allah Teâlâ'ya ve onun Peygamberine ve Peygamberine indirmiş olduğu kitaba ve daha evvel indirmiş olduğu kitaba imân ediniz. Ve her kim Allah Teâlâ'yı ve meleklerini ve kitaplarını ve Peygamberlerini ve âhiret gününü inkâr ederse muhakkak ki pek uzak bir dalâletle sapıklığa düşmüş olur.

136. Bu mübarek âyetler, imân edilmesi gerekli olan esaslara tamamiyle itikat edilmesini ve bunları inkâr edenlerin pek büyük bir küfür ve sapıklığa mâruz kaldıklarını bildiriyor, inançlarında kararsızlık göstererek sonunda küfr içinde kalanların da hidayetten, ilâhî aftan, ebedî olarak mahrum kalacaklarını ihtar ediyor. Şöyle ki: (Ey imân etmiş olanlar!.) Ey bütün müslümanlar!. Yahut Ey Hz. Musa'ya, Hz. İsa'ya imân etmiş bulunan ehli kitap!. Veyahut ey imân etmiş görünen münafıklar!. (Allah Teâlâ'ya) onun varlığına, birliğine, yaratıcılık ve mâbudluğuna ve diğer ilâhî sıfatlarına tam bir şuur ile imân ediniz (ve onun Peygamberine) son peygamber olan Hz. Muhammed'e de hakkiyle imân ediniz (ve) o mübarek (Peygamberine) Cenâb-ı Hak'kın sûre sûre, âyet âyet (indirmiş olduğu kitaba) Kur'an-ı Kerim'e de gerektiği gibi imân ediniz (ve) Hak Teâlâ'nın (daha evvel) diğer peygamberlerine (indirmiş olduğu kitaba) da (imân ediniz) bütün bu semavî kitaplara olan imanınızda sebat eyleyiniz. Bunlara olan imanınızı deliller ve şahitler ile takviye eyleyiniz. Böyle kuvvetli bir imân, bir kulluk vazifesidir, bir saadet vesiledir, (ve) bilâkis (her kim Allah Teâlâ'yı) onun yaratıcılık ve mâbudluğunu inkâr eder (ve meleklerini ve kitaplarını ve Peygamberlerini ve âhiret gününü) de inkâr eder de küfre düşerse (muhakkak ki) o kimse haktan, hidayetten (pek uzak) olan (bir dalâletle sapıklığa düşmüş olur) öyle ki, artık hak yola ve hidâyete dönmesi umulamaz.











137. Muhakkak o kimseler ki, imân ettiler, sonra kâfir oldular, sonra imân ettiler sonra kâfir oldular, sonra da küfürlerini arttırdılar artık Allah Teâlâ, onlar için af edecek değildir. Ve onları bir doğru yola sevkedecek değildir.

137. (Muhakkak o kimseler ki) vaktiyle Hz. Musa'yı ve diğer peygamberleri tasdik edip (imân ettiler, sonra) putlara, buzağılara taparak (kâfir oldular) bundan (sonra) yine bir Peygambere tâbi olup (imân ettiler) mahlukata tapmaktan geri durdular, fakat yine dinden çıkarak (sonra kâfir oldular) meselâ: Hz. Isa gibi bir yüce peygamberi inkâr ettiler, (sonra da küfürlerini arttırdılar) Meselâ: Peygamberlik ve ri s al et i binlerce deliller ile, mucizeler ile sabit olan son peygamber gibi bir Yüce Resulün peygamberlik ve risaletini kabul etmeyip büsbütün küfr içinde kaldılar, (artık) onlar böyle küfür ve sapıklık içinde devam ettikçe (Allah Teâlâ onlar için af edecek değildir) çünki böyle küfür ve s irk içinde yaşayıp hayatı terk edenler, Allah'ın mağfiretine ebedî olarak nail olamayacaklardır, (ve) Cenâb-ı Hak, (onları) o inkarcıları (bir doğru yola) bir hak yola bir hidâyet sahasına (sevkedecek de değildir) zira onlar kabiliyetlerini kötüye kullanmış, tövbe ve istiğfar edecek bir durumda bulunmamı; olacakları için samimî bir imândan pek uzak bulunmuşlardır. Binaenaleyh onlar bu halde hidâyete asla yetenekli değildirler.

§ Rivayete göre Ehli kitaptan Abdullah Ibni Selâm ve kız kardeşinin oğlu Seleme ve erkek kardeşinin oğlu Seleme ve Salebe gibi bir takım kimseler peygamberin huzuruna gelmişler. Ey Allah'ın Resulü!. Biz sana ve senin kitabına ve Musa ile Tevrat'a ve Uzeyre imân ederiz, başka kitapları. Peygamberleri inkâr eyleriz demişler, Rasülü Ekrem Hazretleri de "öyle değil" Allah Teâlâ'ya ve Peygamberi olan Muhammed'e ve kitabı olan Kur'an'a ve ondan evvelki bütün kitaplara imân ediniz diye buyurmuş, onlar ise hayır biz öyle yapamayız, demişler, bunun üzerine bu âyetler nazil olmuştur. Binaenaleyh Allah katında makbul olan imân, hem Cenâb-ı Hak'ka, hem de bütün meleklere, bütün semavî kitaplara ve bütün Peygamberlere ve yevmi âhirete imân etmekle tecelli eder. Bunlardan herhangi birini inkâr, bir katıksız küfürdür, sahibinin cehennemde ebediyen azap çekmesine sebebtir.









138. Münafıklara müjdele ki, onlara muhakkak elem verici bir azap vardır.

138. Bu mübarek âyetler, münafıkların pek çirkin hareketlerini, kanaatlerini ve mâruz kalacaklar kötü sonu şöylece bildirmektedir: Resulüm! (münafıklara müjdele ki) haber ver ki (onlara muhakkak bir elim) pek acıklı (bir azap vardır) yani: Cehennem azabı onlar için hazır bulunmaktadır. Onlar o münafıkça hareketlerinden dolayı böyle büyük bir azabı hak etmişlerdir.

§ Tebşir = Müjde: Sevinç verici haber demektir. Burada korkutmak, haber vermek yerinde alay etmek için getirilmiştir.









139. Onlar ki, mü'minleri bırakarak, kâfirleri dost tutarlar. İzzeti onların yanında mı arıyorlar?. Muhakkak ki, bütün izzet Allah Teâlâ'nındır.

139. (Onlar ki) O görünüşte mü'min görünüp gizli olarak kâfir bulunan münafıklar ki (mü'minleri bırakarak) mü'minler ile samimi şekilde görüşmekten, beraber

çalışmaktan kaçınarak (kâfirleri dost tutarlar) onlarda bir kuvvet bir üstünlük var sanarak onlara kalben meyilli bulunurlar. Bu münafıklar (izzeti) kuvveti, şeref ve

gücü (onların) o kâfirlerin (yanında mı arıyorlar) onlardan mı isteyip duruyorlar. Ne kadar yanlış bir kanaat!. Onlar izzeti o kâfirlerin yanında bulamayacaklardır.

(muhakkak ki bütün izzet) dünyada da âhirette de (Allah Teâlâ'nındır) bu izzete ancak o yüce mabudun dostları nail olacaklardır. Nitekim bir âyeti kerimede de Ancak Allah Teâlâya, onun Resulüne ve mü'minlere aittir Mûnâfikûn, 63/8) diye buyrulmuştur. Kâfirlerin geçici,

dünyevî kuvvetleri, varlıkları ise çabucak yok olur. Nitekim asrı saadetteki münafıkların kendilerine güvendikleri kâfirler yok olmuş, İslâm hâkimiyeti Arap

yarımadasının her tarafına yayılmış, İslâm'ın gücü parlamaya başlayıp durmuştur.











140. Ve muhakkak kitapta sizin üzerinize indirmiştir ki, Allah Teâlâ'nın âyetlerine küfredildiğini ve onlar ile alay edildiğini işittiğiniz zaman başka lâkırdıya dalacaklarına değin onların yanında oturmayınız. Şüphe yok ki siz de o zaman onlar gibi olmuş olursunuz. Muhakkak ki, Allah Teâlâ münafıkları ve kâfirleri cehennemde toptan toplayıcıdır.

140. Bu âyeti kerime mukaddesata hakaret eden kimseler ile aynı mecliste olmaktan müslümanları sakındırmakta, öyle bir yakınlığın neticedeki rezaletini ihtar buyurmaktadır. Şöyle ki: Ey sadık müminler!. Ve ey kâfirler ile aynı mecliste olup onların İslâmiyet aleyhindeki lâkırdılarına iştirak eden münafıklar!. Kâfirleri dost tutmayınız diye sizlere Cenâb-ı Hak emrediyor. (Ve muhakkak kitapta) Kur'an'ı Kerim'de, Mekke'i Mükerreme'de nazil olan sûre'i en'amda (sizin üzerinize) bir âyeti kerime (Indîrmiştîr ki. Allah Teâlâ'nnı âyetlerine) Kur'an'ı Kerim'e (küfredildiğini) onun bir ilâhî kitap olduğu inkâr olunduğunu (ve onlar ile) o Kur'an âyetleriyle (alay edildiğini işittiğiniz zaman başka lâkırdıya) böyle mukaddesat aleyhinde olmayan sözlere (dalacakları) zamana (değin onların) o kâfirlerin, o alaycı herif lerin (yanında oturmayınız) onlardan yüz çeviriniz. O halde onlar ile dostlukta, onları ağırlamaz ve ikramda bulunmanız nasıl caiz olabilir?. (Şüphe yok ki) O kâfirce sözleri dinleyip durursanız (siz de o zaman) öyle onlar ile oturup durduğunuz vakit (onların) günahta, azabı hak etmede (benzeri olmuş olursunuz) çünki onların meclisini terkedebilecek durumda iken terketmediğinizden dolayı onlara katılmış sayılırsınız, (muhakkak ki. Allah Teâlâ münafıkları ve kâfirleri cehennemde toptan toplayıcıdır.) Çünki münafıklar da küfür hususunda diğer küfrünü açıklayan kâfirler gibi olduklarından hepsi de birden cehenneme atılacaklardır. Dünyada aynıdurumda oldukları gibi âhirette de cehennemde de aynı mecliste bulunacaklardır. Ne feci bir beraberlik!.. Sûre'i enamdaki âyeti kerime = Ayetlerimiz hakkında ileri geri konuşmaya daldıklarını gördüğün

vakit, başka bir söze geçinceye kadar, onlardan uzaklaş. (En'am 6/68) Nazmı şerifidir.

Malûm olduğu üzere bir kimse bir küfre razı olursa kâfir olur. Ve bir kimse bir kötülüğün, gayrimeşru bir muamelenin işlendiği yerde bulunur, onu işleyenlere karışırsa günahta onlar ile beraber olur. İsterse kendisi o kötülüğü fiilen işlemesin. Fakat onların o kötü işlerini kalben kınadığı halde bir korku, bir zaruret, bir tekıyye (sakınma) sebebiyle onlar ile aynı mecliste olursa o zaman sorumlu olmaz. Bununla beraber öyle bir mecliste bulunan bir mü'min için eğer imkân varsa onların gayrı meşru hareketlerini kınamak, onları usulü dairesinde aydınlatma ve irşad etmeye çalışmak lâzımdır. Bu bir iyiliği emretme vazifesidir.









141. Onlar ki, sizi gözeli verirler, eğer sizin için Allah Teâlâ'dan bir zafer olursa biz de sizinle beraber değilmiydik derler. Ve eğer kâfirler için bir pay olursa biz size galip gelmez miydik ve size mü'minlerin saldırısını engeller olmadık mı derler. Artık Allah Teâlâ kıyamet gününde aranızda hükmedecektir. Ve elbette Allah Teâlâ kâfirler için mü'minler aleyhine bir yol vermeyecektir.

141. Bu âyeti kerime de münafıkların şahsî menfaatleri için ne kadar dönek olduklarını ve hakiki mü'minlerin kâfirlere karşı Allah'ın korumasında bulunduklarını şöylece bildirmektedir. (Onlar ki) o münafıklar ki, ey müslümanlar!, (sizi gözetiverirler) sizin işlerinize, zafere nail olup olmayacağınızı beklemede bulunurlar, (eğer size Allah Teâlâ'dan bir zafer olursa) bir fetih ve ganimet yüz gösterirse (biz de sizinle) dinde, cihadda (beraber değil miydik?.) biz size yardımcı bulunmuyor mu idik. Artık bize de ganimetten hisse vermez misiniz?, (derler) kendilerini müslüman gösterirler, (ve eğer kâfirler için) savaştan (bir nasib olursa) bir kazanç elde edebilirler ise bu takdirde münafıklar, o kâfirlere hitaben (biz size galip gelmez miydik) biz sizin aleyhinize savaşa katılsa idik sizi mağlûp, öldürülmüş bir hâle getiremez mi idik, halbuki, öyle aleyhinize harekette bulunmadık (ve size mü'minlerin saldırısını) musallat olmasını bir takım hilelere, aldatıcı sözlere tevessül ederek (engelleme) ile sizi himaye (eder olmadık mı?, derler) o kâfirlere karşı böyle taraftar olduklarını söyler, minnette bulunurlar, onların elde edebildikleri şeylerden kendilerine de hisse ayırmalarını isterler. (Artık Allah Teâlâ kâfirler için mü'minler aleyhine bir yol vermeyecektir) herhalde İslâmiyet ufuklara yayılacaktır. Herhalde İslâmiyet'in hak oluşu, yüceliği, binlerce deliller ile diğer dinler üzerine galip gelecektir. Bir hikmet ve imtihan yoluyla müslümanlar bazen dünyada mağlûb olsalar da bu geçicidir, kökünden yok etme şeklinde değildir, İşin sonu veya uhrevî hayat itibariyle galibiyet, selâmet ve saadet müslümanlara mahsustur. Hakiki dinden mahrum olanlar ise işin sonunda mağlûbiyete düşecek cehennemde ebediyen azap görüp duracaklardır.











142. Şüphesiz münafıklar Allah Teâlâ'ya karşı hilede bulunmak is-terler. Halbuki olan tuzağa düşüren o'dur. Ve namaza kalktıkları zaman tenbelcesine kalkarlar, insanlara gösterişle bulunurlar ve Allah Teâlâ'yı pek az anarlar.

142. Bu mübarek âyetlerde münafıkların pek cahilce, mütereddidce hallerini ve bedî mahrumiyete mâruz bulunacaklarını bildirmektedir. Şöyle ki: (Şüphesiz münafıklar) Kendi bâtıl zanlarına göre (Allah Teâlâ'ya karşı hilede) aldatmak hareketinde (bulunmak isterler) asıl gizledikleri kanaatlerinin zıddını göstererek kendilerinden kâfirler hakkında icap eden öldürme ve kovma gibi dünyevî hükümleri uzaklaştırmak kasdında bulunurlar. Hâşâ Allah Teâlâyı onun Peygamberini aldatacaklarını zannederler, (halbuki onları) O münafıkları asıl (hüd'aya düşüren) onları o hüd'aları yüzünden cezaya uğratacak olan (o'dur) O Yüce Yaratıcıdır. Onların o münafıkça hallerini Peygamberine haber veren, onları âleme rezil eden, onları âhirette ebediyen cezalandıracak olan o bilen ve hikmet sahibi olan mabuddur. Onların öyle dünyada geçici olarak canları korunmuş, malları korunmuş olarak bırakılmaları haklarında asıl bir tuzaktır ki, bu yüzden âhirette pek elim bir azaba uğrayacaklardır, onlar ise bundan habersiz bulunmaktadırlar, (ve) O münafıklar, mü'minler ile beraber namaza kalkdıkları zaman tenbelcesine) ağırlanarak, zoraki bir his ile (kalkarlar) ve onlar bu namazlarıyle (insanlara gösterişte bulunurlar) tâki kendilerini mü'min sansınlar, (ve Allah Teâlâ'yı pek az anarlar) pek az namaz kılarlar insanların olmadığı yerde namazda, niyazda bulunmazlar. İşleri güçleri hep gösterişten ibarettir.











143. Onun arasında bocalayıp duruyorlar. Ne onlara nede bun-lara mensup, ve her kimi ki, Allah Teâlâ sapıtırsa artık ona elbette bir yol bulamazsın.

143. O münafıklar (onun) o imân ile küfrün veya mü'minler ile kâfirlerin (arasında bocalamaktadırlar) şeytan onları şaşkın bir hâle düşürmüştür, (ne onlara) mü'minlere (ne de bunlara) kâfirlere (mensub) değildirler. Öyle ikisi arasında bocalar, şaşkın bir halde bulunmaktadırlar, (ve her kimi ki) hidâyete, Allah'ın muvaffakiyetine kabiliyetsizliğinden dolayı (Allah Teâlâ sapıtırsa) dalâlete düşürürse (artık ona elbette bir yol) kendisini hidâyete erdirecek bir yol (bulamazsın.) Evet... Kendi fıtretini kötüye kullanıp da sırf dünya varlığı için münafıklık yapan, bu sebeble hak ve sevaptan, hidayetten, İslâm nurundan mahrum kalan bir şahıs için bir yardım eden bulunamaz. Artık böyle bir elem verici sonu düşünmeli!.











144. Ey imân etmiş olanlar!. Mü'minleri bırakıp da kâfirleri dostlar edinmeyiniz. İster misiniz ki, Allah için aleyhinize bir apaçık hüc-cet edinçsiniz.

144. Bu mübarek âyetler, müslümanları ikaz etmektedir, kendi kutsî dinlerine düşman olup bu yüzden ebedî olarak azap görecek olan kâfirleri münafıkları dost tutmamalarını kendilerine ihtar buyurmaktadır. Şöyle ki: (Ey imân etmiş olanlar) Ey İslâmiyeti kabul etmiş, Allah'ın dinine samimî şekilde intisab şerefine nail olmuş bulunanlar!, (mü'minleri) din kardeşlerini (bırakıp da) onlar ile muhabbet, sevgi, ve dayanışmada bulunmayı? da münafıklar gibi (kâfirleri dostlar edinmeyiniz) onlar sizin asıl düsmanlarınızdır. Onlara yönelmek münafıklara mahsus bir rezilliktir. Artık onları tutup da din kardeşleriniz nasıl bırakabilirsiniz?, (ister misiniz ki) böyle kâfirlere dost olmak yüzünden (Allah T e âlâ için aleyhinize bir apaçık delil edinçsiniz?.) sizin de münafık kimseler olduğunuza dâir bir buhran, bir açık delil meydana gelmesini arzu eylermisiniz? Böyle bir alçaklığa nasıl cür'et edebilirsiniz. O halde ye mü'minleri. Siz, münafıklar gibi harekette bulunmayınız.

145. Şüphe yok ki; münafıklar ateşin en aşağı tabakasın dadı rl ar. Ve elbette onlar için bir yardımcı da bulamazsın.

145. (Şüphe yok ki, münafıklar ateşin) Cehennemin (en aşağı) en derin bulunan (tabakasındadırlar) çünki münafıklar, kâfirlerin en kötüsü oldukları için böyle bir azaba lâyıktırlar. Onlar müslümanlar ile alay ederler, müslümanların aleyhinde tuzaklar, hileler meydana getirirler, fırsat buldukça İslâm düşmanlarına katılarak müslümanların hayatına suikasitte bulunurlar, (ve elbette onlar için) o münafıklar hakkında (bir yardımcı da bulamazsın) ki, Allah'ın azabına mâni olarak, onları cehennemden çıkarmaya yardım ediversin. Binaenaleyh öyle münafıkça hareketlerden son derece sakınmalıdır.











146. Ancak o kimseler ki tövbe ettiler, ve hallerini İslahta bulun-dular ve Allah Teâlâ'ya iltica ediverdiler, ve dinlerini Allah Teâlâ için halisane kıldılar onlar müstesna. İste onlar mü'minler ile be-raberdirler. Mü'minlere ise Allah Teâlâ elbette pek büyük mükâfat verecektir.

146. Bu mübarek âyetler de, gerçekten tövbe ve istiğfar eden, Cenab'ı Hakka sığınan, samimi olarak dindar olmaya başlayan kimselerin de diğer mü'minler gibi uhrevî mükâfata nail, Allah'ın azabından emin olacaklarını söyle müjdelemektedir. (Ancak o kimseler ki) Nifaktan dönüp (tövbe ettiler ve) nifak zamanında iken bozmuş oldukları (hallerini ıslâhta bulundular ve Allah Teâlâ'ya iltica) edip onun rızasını taleb ve İslâm dinine tutunup iltica (ediverdiler ve dinlerini) gösterişten beri (Allah için halisane kıldılar) ibadet ve itaatlariyle ancak Allah rızasını istediler, iste (onlar) öyle hallerini, hayatlarını ıslah ve tanzim eden, tövbe ve istiğfar eden kimseler (müstesna) artık onlar münafıklıktan kurtulmuştur. Artık (onlar) cennette (mü'minler ile beraberdirler) onlar da diğer mü'minler gibi mükâfata nail olacaklardır, (mü'minlere ise Allah Teâlâ elbette pek büyük mükâfat verecektir) onlar da bu mükâfata iştirak edeceklerdir. Günahından tövbe eden kimse o günahı hiç islememiş kimse gibidir.











147. Eğer şükreder ve imân etmiş olursanız. Allah size ne diye azap etsin? Allah sükredenlerin mükafatlarını verir, yaptıklarını bilir.

147. Ey Allah Teâlâ'nın kulları!. (Eğer) nail olduğunuz nimetelre (şükreder) ve Allah Teâlâ'ya gerektiği gibi (imân etmiş olursanız) artık Cenâb-ı Hak size azap eder mi?. Hak Teâlâ, kendinden hiçbirseye muhtaç değildir. Menfaatleri sağlamak ve zararları defetmek ihtiyacından uzaktır. Kullarını bir takım mükâfat ve cezaya tâbi tutmuş olması, bir hikmet ve menfaate dayanmaktadır, onları güzel amelleri ifaya, çirkin hareketlerden sakınmaya sevk içindir, âlemin nizamını düzenli bir halde devam ettirmek içindir. Binaenaleyh Ey Allah Teâlâ'nın kulları!. Siz güzel amelleri yapıp çirkin şeylerden sakınınca o Yüce Yaratıcı sizlere azap etmez!.. (Allah size ne diye azap etsin) siz öyle durumunu ıslah etmiş kimseler olduktan sonra size azap etmek o Yüce Yaratıcının şefkat ve keremine lâyık olmaz. (Halbuki, Allah Teâlâ sâkirdir), kullarının güzel amelleri az da olsa yine onlara kat kat sevap verir ve (bilendir) bütün olayları tam manâsıyla bilir, bu cümleden olmak üzere sizin imanınızı da bilir, ondan dolayı size mükâfat verir ve sizi mükâfat sız bırakması asla düşünülemez.







148. Allah Teâlâ (irkin lâkırdının açıklanmasını sevmez, zulmedilmiş olan başka. Ve Allah Teâlâ hakkiyle işiticidir, bilicidir.

148. Bu mübarek âyetler, zâlim, münafık olmayan kimselerden insanlık icâbı vuku bulacak kusurların teşhir edilmemesini ihtar ve gizli, açıkça yapılacak hayırların, afların mükâfat vesilesi olacağını müjdelemektedir. Şöyle ki: (Allah Teâlâ çirkin lâkırdının) çirkin, kötü her hangi bir sözün (açıklanmasını) yerme ve kınamayı gerektiren lâkırdıların söylenmesini, teşhir edilmesini (sevmez) belki ondan dolayı söyleyip durana ceza verir. Şu kadar var ki (zulmedilmiş olan başka) mazlum bundan müstesnadır. O gördüğü zulmü söyleyebilir ve zalime karşı bedduada bulunabilir, Binaenaleyh İslâm milleti aleyhine harekette bulunan, İslâm cemiyetine zarar veren münafık tabiatlı kimselerin de bu düşmanca hareketlerini teşhir ederek onların zararlarından ehli İslâm'ın uyanmasına, korunmasına çalışmak caiz bulunmuştur. Bunun içindir ki, Kur'an-ı Kerim'de münafıkların o kötü durumları teşhir edilmektedir. (Ve Allah Teâlâ hakkiyle işiticidir) Her söylenen sözü tamamen işitir, mazlumun duasını, halinden şikayetini de işitir ve (bilicidir.) her yapılan şeyi hakkiyle bilir, zalimin, mazlumun halleri de bu cümledendir. Artık bunu düşünüp de gayri meşru, zalimce hareketlerden sakınmalıdır.









149. Bir hayrı açıklarsanız veya gizlerseniz veya bir kötülüğü affederseniz şüphe yok ki, Allah Teâlâ affedici ve çok kudretlidir.

149. İyi işlerden her hangi (Bir hayrı açıklarsanız) gösterip açıkça yaparsanız (veya) o hayrı (gizlerseniz) gizlice yaparsanız, gösterişten kaçarsanız (veya bir kötülüğü) mâruz kaldığınız bir hakareti, bir zalimce muameleyi (affeder) de intikama kalkışmaz (sanız) makbul, övülmüş, onurlu bir harekette bulunmuş olursunuz, (şüphe yok ki. Allah Teâlâ affedici) dir. Nice âsi kulları af buyurmaktadır, ve (çok kuvvetlidir.) intikama kadir olduğu halde intikam almayıp af buyurmaktadır. Ne yüce bir alınacak, örnek!. Artık biz kulların da affedici olarak öyle güzel ahlâk ile vasıflanmamız daha iyi olmaz mı?.











150. Muhakkak o kimseler ki, Allah Teâlâ'yı ve onun peygamber-1 erin i inkâr ederler ve Allah Teâlâ ile Peygamberlerinin arasını ayırmak isterler ve bazısına imân eder ve bazısını inkâr eyleriz derler, ve bunun arasında bir yol tutmak isterler.

150. Bu mübarek âyetler, kimlerin tam kâfir olup ebedî azaba çarpılmış olacaklarını, ve kimlerin de gerçek mü'min olup mükâfata nail bulunacaklarını beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: (Muhakkak o kimseler ki) o yanlış inançlı şahıslar ki (Allah Teâlâ'yı ve onun peygamberlerini inkâr ederler) gittikleri yol kendileri için böyle bir küfrü gerektirir, isterse bunu açıkça söylemesinler, (ve) çünki onlar (Allah Teâlâ ile Peygamberlerinin arasını ayırmak isterler) güya Allah Teâlâya imân etmek isterler, halbuki Peygamberlerini inkâr etmekle Cenab'ı Hak'ki da inkâr etmiş olurlar da bundan haberleri olmaz. Çünki Cenab'ı Hak'kın Peygamberler hakkındaki ilâhî beyanları ve o Peygamberlerin göstermeye muvaffak olduktan mucizeleri inkâr etmekle Yüce Allah'ı da inkâr etmiş bulunurlar, (ve) Maamafih bunlar bütün Peygamberleri inkâr ettiklerini açıklamazlar da biz (bazısına imân eder, ve bazısını inkâr eyleriz derler) meselâ: Hz. Musa'ya, Hz. Üzeyr'e imân eder de Hz. İsa'ya, Hz. Muhammed'e -Aleyhimüsselâm- imân etmezler. Böyle bir inanç ise Allah Teâlâ'yı da inkârdan başka bir şey değildir. Kısaca bütün Peygamberler, son peygamber efendimizin risâletini ümmetlerine haber vermişlerdir. Şimdi bu risaleti inkâr edenler, bütün Peygamberleri de inkâr etmiş olmazlar mı?, (ve bunun arasında) böyle imân ile küfür arasında (bir yol tutmak isterler) halbuki bunların arasında başka vasıta bulunamaz. Çünki hak farklılık kabul etmez.









151. İşte gerçekten kâfir olanlar onlardır. Biz de kâfirler için al-çaltıcı olan bir azab hazırlamışızdır.

151. Böyle imâna aykırı bir kanaatta bulunalar yok mu (İşte tam m an âsiyi e kâfir olanlar onlardır) artık o kâfirler lâyık oldukları cezaya hazırlansınlar. Çünki (bîz de) ben Yüce Yaratıcı da (kâfirler için alçaltıcı olan) onları tam bir zilletle cezalandıracak bulunan (bir azab) bir cehennem ateşi (hazırlamışızdır) vakti gelince o azaba ebedî olarak mâruz kalacaklardır. Bütün bu felâket, onların imândan mahrum olmalarının bir cezasıdır.

§ Rivayete göre bu mübarek âyetler, Yahudiler hakkında nazil olmuştur. Çünki onlar Hz. Musa ile Tevrat'a ve Hz. Üzeyr'e imân ettikleri halde Hz. Isa ile İncil'e ve son peygamber ile Kur'an'ı Kerim'e imân etmezler. Binaenaleyh bunlar din bakımından bütün Peygamberler ile semavî kitapları ve bunun gereği olarak da Cenab'ı Hak'ki inkâr etmişlerdir.











152. Ve o kimseler ki, Allah Teâlâ'ya ve peygamberlerine imân etmişlerdir ve onlardan hiçbirinin arasını ayırmamışlardır. İşte onlara da mükafatlarını elbette verecektir. Ve Allah Teâlâ bağışlayandır, merhamet edendir.

152. (Ve o kimseler ki) O kâfirlere muhalif olarak (Allah Teâlâ'ya) da ve onun bütün Peygamberlerine de (imân etmişlerdir) hiçbirinin peygamberlik ve risâletini inkâr etmemişlerdir, (ve onlarda hiçbirinin arasını ayırmamışlardır) hepsini tasdik etmiş ve yüce tutmuşlardır (işte onlara da) böyle yüce, temiz bir itikatta bulunan müslümanlara da vadedilmiş olan (mükafatlarını) Cenab'ı Hak (elbette verecektir) onları bu güzel inançlarının meyvelerine mutlaka kavuşturacaktır, (ve Allah Teâlâ bağışlayıcıdır.) Böyle mü'min kullarından insanlık icâbı meydana gelen bazı kusurları affeder ve örter ve (esirgeyicidir) onlara daima merhamet buyurur, onların güzel amellerinin sevabını kat kat verir, kendilerini cennetlerine nail kılar. Ne muazzam bir ilâhî şefkat!..











153. Ehli kitab, üzerlerine bir kitap indirmeni senden isterler. Muhakkak onlar bundan daha büyüğünü Musa'dan istemişler de bize Allah'ı apaçık göster demişlerdi. Artık zulümları sebebiyle kendilerini yıldırım çarptı. Kendilerine apaçık mucizeler geldikten sonra da buzağıyı -mabut- edindiler. Nihayet bundan affettik ve Musa'ya apaçık bir saltanat verdik.

153. Bu mübarek âyetler, Yahudilerin Rasülü Ekrem Efendimizden ve evvelce de Hz. Musa'dan ne kadar inkarcı ve sınır tanımaz bir şekilde isteklerde bulunduklarını ve bu yüzden karşılaştıkları felâketleri bildiriyor. Hz. Musa'nın nail olduğu güç ve kuvveti ve Yahudilerin vaktiyle ne gibi vazifeler ile görevli bulunmuş olduklarını da gösteriyor. Şöyle ki: Habibim!, (ehli kitap) Yahudi âlimleri (üzerlerine) gökten (bir kitap indirmeni senden isterler) Hz. Musa'ya nazil olan kitap gibi sana da hepsi birden bir kitabın indirilmesini teklif ederler veyahut levhi mahfuz üzerine semavî bir yazı ile yazılmış bir kitabın inmesini isterler. Onların iyi niyetine dayanmayan bu sualinden dolayı üzülme, çünki (muhakkak onlar) o Yahudilerin ecdat ve soyları (bundan daha büyüğünü Musa'dan istemişler de bize Allah'ı) açıkça (apaçık göster demişlerdi) onların reislerinden bulunan yetmiş kişi böyle sınır tanımazca bir istekte bulunmuşlardı. Şimdiki Yahudiler de onların yolu ve tabiatı üzere bulunduklarından sen bunların böyle taleblerine ehemmiyet verme. Bunlar böyle bir suali iyi niyetle sormuş değildirler. Maksatları inkârdır. Yoksa Cenâb-ı Hak dilerse ilâhî kitabını birden de indirebilir. (Artık) o görmek talebinde bulunanları (zülumları sebebiyle) inatları ve kendi hallerine göre meydana gelmesi imkânsız olan bir yüce tecelliyi taleb eylemeleri yüzünden (kendilerini yıldırım çarptı) gök tarafından gelen bir ateşin çarpmasıyla helak oldular. Sonra Hz. Musa'nın temennisiyle affa uğrayıp bir büyük mucize eseri olarak yeniden hayat buldular, (kendilerine) Cenâb-ı Hak'kın birliğine, peygamberlik ve ri s âl et in hak olduğuna dâir (apaçık mucizeler geldikten sonra da) Meselâ: Hz. Musa'nın Firavne karşı gösterdiği asası, beyaz eli gibi, denizin yarılması gibi hârikalar vücude geldiği halde (buzağıyı -mabut-edindiler) Hz. Musa'nın bir müddet yokluğundan istifâde ederek Samirî adındaki bir lânetlinin sözüne kapılarak buzağıya taptılar, Hz. Harun'un sözlerini dinlemediler, (nihayet) onları bu büyük cinayetten de (affettik) onları, köklerini kesmek suretiyle, mahv ve helak etmedik, (ve Musa'ya pek açık bir saltanat) bir açık delil, bir burhan, bir büyüklük ve galibiyet (verdik) öyle ki, o buzağıya tapanlara tövbekar olabilmeleri için kendilerini öldürmelerini emretmiş, onlar da o isyanlarından kurtulmak için bu emre uymuşlardır.













154. Ve ahidlerine riâyet etmeleri için üstlerine Turu kaldırdık ve onlara secde eder olduğunuz halde o kapıdan girin dedik ve onlara Cumartesi günü haddi tecavüz etmeyin dedik ve onlardan ağır bir ah i d aldık.

154. (Ve) O İsrail oğulları, Hz. Musa ile yapmış oldukları (ahd) ve misak darına riâyet) Musa'nın şeriatına uymaya devam (etmeleri için) korkup bunları bozmamaları için (üstlerine Turu) o büyük dağı bir harika olmak üzere (kaldırdık) başları üstünde bir müddet aşılmış bir halde bulundurduk, (ve) Davûd Aleyhisselâm lisaniyle (onlara secde eder olduğunuz halde) saygılıca bir eğiliş ile (o kapıdan) Beyti mukaddesin bir kapısından içeriye (girin dedik) böyle bir vaziyette bulunmalarını emrettik (ve onlara cumartesi haddi aşmayın) o günde yapılmasına müsaade edilmiş olan şeylerin dışındakileri yapmayın, meselâ: O gün balık avlamayın, ticaretle ve diğerişlerle meşgul olmayın, size rızil; veren ancak Cenâb-ı Hak'tır (dedik ve onlardan ağır) kuvvetli (bir söz aldık.) onlar" = işittik, itaat ettik dediler, ahkamı dîniyelerine muhalefet etmeyeceklerine dâir söz verdi ve yemin ettiler. Bu sözü Cenâb-ı Hak, onlardan Tevrat'ta almıştır. Ne yazık ki onlar daha sonra bu %'^zt riayetkar olmamışlardır.

§ Bakara süre'i celilesindeki 51, 52, 53, 64, 65 inci âyetlerin tefsirine de müracaat ediniz!.









155. Artık onların yeminlerini bozmaları ve Allah Teâlâ'nın âyet-lerini inkâr eylemeleri ve Peygamberleri haksız yere öldürmeleri ve bizim kalblerimiz perdelidir demeleri sebebiyle -lanete uğramışlardır- Hayır Allah Teâlâ onların kalblerini küfürleri sebebiyle mühürlemiştir. Binaenaleyh pek azı müstesna olmak üzere onlar imân etmezler.

155. Bu mübarek âyetler, Yahudilerin yüce peygamberlere olan suikastlerini ve bu yüzden uğradıkları cezaları ve onların bu suikasdinden Hz. İsa'nın kurtularak göğe kaldırılmış bulunduğunu beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: (Artık onlar) o Yahudi taifesi, vaktiyle yapmış oldukları (ahıtlerini) kabul etmiş oldukları yemini (bozmaları) ona muhalif harekette bulunmaları (ve Allah Teâlâ'nın âyetlerini) Kur'an-ı Kerim'i ve kendi kitaplarındaki beyanları (inkâr eylemeleri ve) masum olan her türlü kötülüklerden uzak bulunan (Peygamberleri haksız yere öldürmeleri) sebebiyle (ve bizim kalblerimiz perdelidir) Hz. Muhammed'in tebligatı bizim kalblerimize giremez ve yahut bizim kalblerimiz ilimlerle dolmuştur, başkalarının beyanlarını dinlemeğe, kabul etmeye ihtiyacı yoktur, (demeleri sebebiyle) lanete uğramışlardır, (hayır) öyle dedikleri gibi değil (Allah Teâlâ onların kalblerini küfürleri sebebiyle mühürlemiştir.) onların kalbleri tabiat, yaratılış itibariyle, İlim ve irfan ile dolu olmak suretiyle öyle perdeli, başka beyanatı kabule ihtiyatsız değildir, bilakis kendi küfürleri, kötü inançları, cahilce hareketleri yüzünden öyle bir vaziyete düşmüştür, (binaenaleyh) Abdullah İbni Selâm ve arkadaşları gibi (pek azı müstesna olmak üzere onlar imân etmezler) yahut onların az şeye imanları müstesna olmak üzere bütün imân edilmesi icâbeden şeylere inanarak hakikî mü'min olmazlar.











156. Ve küfürleri sebebiyle ve Meryem hakkında pek büyük bir if-tirada bulunmaları sebebiyle -lanete uğramışlardır-.

156. (Ve) O dinsizler Hz. İsa gibi bir Yüce peygamber'e (inkârları) onun peygamberliğini, hayatının temizliğini inkârları (sebebiyle ve) Hz. (Meryem hakkında pek büyük bir iftirada bulunmaları) öyle elinde meydana gelen birçok kerametleriyle iffet ve yüceliği sabit olan temiz bir anneye iftira etmeye cüretleri (sebebiyle) lanete mâruz kalmışlardır.











157. Ve muhakkak biz Meryem'in oğlu Allah'ın Peygamberi İsa'yı öldürdük demeleri sebebiyle -lanete hedef olmuşlardır-. Halbuki, onu ne öldürdüler ve ne de asıverdiler. Fakat onlar için bir ben-zetilmiş oldu. Ve şüphe yok ki, onda ihtilâf edenler, ondan dolayı şek içindedirler. Onlar için buna dâir zanna uymaktan başka bir bilgi yoktur ve onu hakikaten öldürmüş değildirler.

157. (Ve muhakkak biz Meryem'in oğlu. Allah'ın Peygamberi İsa'yı öldürdük demeleri sebebiyle) de lanete hedef olmuşlardır, (halbuki onu) hakikaten Allah'ın bir resuli olan Hz. İsa'yı (ne öldürdüler, ve ne de asıverdiler) bu iddiaları tamamen gerçek dışıdır, (fakat onlar için) Hz. İsa'yı öldürmeğe cür'et gösterenler için (bir benzedilmiş oldu) bir rivayete göre Hz. İsa aleyhinde münafıklıkta bulunan bir şahıs, Hz. İsa'yı bulup katillere teslim etmek için Hz. İsa'nın evine gitmiş, İsa Aleyhisselâm ise Allah'ın kudreti ile göğe kaldırılmış, bu münafıkta Hz. İsa'ya benzeyiş çehresi meydana gelmiş, katiller de bunu yakalayarak Hz. İsa sanarak asmışlardır. Diğer bir görüşe göre de Yahudiler su'î kasitte bulunmak isterken Hz. İsa'nın göğe kaldırıldığını görmüşler. Yahut reisleri bu yüzden halk arasında bir fitne meydana geleceğinden korkmuşlar, bir şahsı yakalayıp asmışlar, insanlara karşı bu asılanın Hz. İsa olduğunu iddia eylemişlerdir. (Ve şüphe yok ki onda ihtilâf edenler) Hz. İsa'nın durumunda, öldürülmüş olup olmamasında, asılan şahsın Hz. İsa olduğunda tereddüde düştüler, (ondan dolayı şek içindedirler) bunu kat'î surette bilemiyorlar, (onlar için) böyle şek içinde bulunanlar için (buna) bu öldürmeye (dâir zanna uymaktan başka bir bilgi yoktur) onlar kendi kuruntularına tâbi olurlar, (ve onu) İsa Aleyhisselâm'ı (hakikaten katletmiş değildirler) Cenab'ı Hak onu korumuş, bir harika olarak semâya kaldırmıştır. Hattâ bu öldürme iddiasında bulunanlarda kuşkuludurlar. Öldürme olayının meydana gelmesine kesin olarak inanmamaktadırlar. Binaenaleyh öyle zan ve tahminin bir kıymeti yoktur. Gerçek durumu Cenâb-ı Hak, Kur'an-ı Kerim'inde açıkça beyan buyuruyor ki, o mübarek Peygamberini ilâhî kudretiyle di'ri olarak semaya kaldırmıştır. İlâhî kudretinin büyüklüğüne ve kâinatta meydana gelen milyonlarca yaratılış harikasına uyanık bir göz ile bakanlara göre bir Yüce Peygamberin böyle ruhen ve cismen en yüksek makamlara yükseltilmesini uzak görmeye, tevile asla yer yoktur. Allah Teâlâ her şeye fazlasıyla kadirdir, buna inanmışızdır!..











158. Hayır, Allah Teâlâ onu kendisine yükseltmiştir. Ve Allah Teâlâ güçlüdür, hikmet sahibidir.

158. (Hayır) öyle inkarcıların, kuşkucuların dedikleri gibi değil (Allah Teâlâ onu) o mübarek Peygamberini (kendisine) kendisinin manevî huzuruna, yüce, mukaddes bir makama, yüce bir semâya (yükseltmiştir.) Bunu kimse inkâr edemez, Cenab'ı Hak her şeye kadirdir. (Ve Allah Teâlâ güçlüdür) Mülkünde dilediği gibi tasarrufuna kimse mâni olamaz ve bir (hikmet sahibidir.) mülkünde her tasarrufu sırf hikmettir. Kimse onun zıddını ifa ve iddia edemez. Binaenaleyh Hz. İsa'yı göğe kaldırması da o Yüce Yaratıcının kudret ve hikmetine bakımından asla inkâr edilemez.













159. Ve ehli kitaptan hiçbir fert yoktur ki illâ ölümünden evvel elbette ona imân edecektir. Ve kıyamet gününde onların aleyhine bir şahit olacaktır.

159. Bu mübarek âyetler, ehli kitabın Hz. I s aya karşı vaziyetlerini ve Yahudilerin yapmış oldukları zulümleri, yasaklanmış fiilleri bildiriyor ve bu yüzden uğradıkları ve uğrayacakları cezaları, kötü sonu ihtar ediyor. Şöyle ki: (Ve ehli kitabtan) Yahudiler ile Hıristiyanlardan »hiçbir fert yoktur ki, illâ ölümünden evvel) can çekişme halinde, ruhu henüz kendisinden ayrılmadan (elbette) o fert, her nç vaziyette bulunursa bulunsun, gerek denize düşüp boğulsun, gerek hayvanlar tarafından parçalansın, ve gerek ateşe düşüp yansın, daha teslimi ruh etmeden (ona) Hz. İsa'ya, onun peygamberliğine, onun Allah'ın oğlu olmadığına (imân edecektir) fakat bu bir ümitsizlik imânı kabilinden olduğu için makbul değildir. Diğer bir yoruma göre de bütün ehli kitap, Hz. İsa'ya onun vefatından evvel, yeryüzüne indiği zaman imân edeceklerdir. O zaman bütün insanlar İslâmiyet'e kavuşacaklar, bir İslâm milleti halinde bulunacaklardır. O vakit Cenab'ı Hak, deccalı helak edecek, yeryüzünde bir emniyet, bir asayiş ceryana başlayacak hayvanlar bile birbiriyle hoşça geçineceklerdir. Hz. Isa, kırk sene yeryüzünde kalacak, sonra vefat edip namazını müslümanlar kılarak kendisini defn edeceklerdir, (ve) Isa Aleyhisselâm (kıyamet gününde onların) ehli kitabın (aleyhine bir şahit olacaktır) kendisi peygamberliğini tebliğ, kulluğunu itiraf etmiş olduğu halde Yahudilerin kendisini yalanlamış olduklarını, Hıristiyanların da kendisine Allah'ın oğlu demiş bulunduklarını söyleyerek onların bu kâfirce, müşrikçe iddiaları aleyhinde şahitlikte bulunacaktır.













160. Artık Yahudilerden bir zulüm sebebiyle ve birçoklarını Allah Teâlâ'nın yolundan alı komaları sebebiyle onlara helâl kılınmış olan temiz şeyleri üzerlerine haram kıldık.

160. (Artık Yahudilerden) meydana gelen mühim (bir zulüm) dine aykırı bir hareket (sebebiyle) onların yeminlerini bozmaları, Allah'ın âyetlerini inkâr eylemeleri, Hz. Meryeme iftirada bulunmaları gibi pek zalimce hareketlerinden dolayı (ve) insanlardan (birçoklarını Allah Teâlâ'nın yolundan engellemeleri sebebiyle) veyahut bir engellemeye çok çalışmaları yüzünden (onlara) vaktiyle (helâl kılınmış olan temiz şeyleri) meselâ: Evvelce Tevrat'ta helâl gösterilmiş olan şeyleri daha sonra bir dünyevî ceza olmak üzere (üzerlerine haram kıldık) tırnaklı hayvanların haram kılınması da bu cümledendir.













161. Ve faizi, ondan nehy edilmiş oldukları halde, alıvermeleri se-bebiyle ve insanların mallarını, haksız yere yemeleri sebebiyle. Ve onlardan kâfir olanlara elim bir azab hazırladık.

161. (Ve ribayı) faizi ve diğer faiz muamelelerini (ondan yasaklanmış oldukları halde alıvermeleri sebebiyle) o mahrumiyete düşmüşlerdir (ve insanların mallarını haksız yere) meselâ: Rüşvet yoluyla gerçeğe aykırı şahitlik yoliyle ve diğer haram olan yollardan biriyle alıp (yemeleri sebebiyle) onlara bir ceza olarak evvelce helâl olan bir takım temiz şeyleri haram klıdık, (ve onlardan kâfir olanlara) küfürlerinde İsrar edip tövbe ve istiğfar etmeyenlere (acıklı bir azab hazırladık) dünyada temiz şeylerin helâl olmasından mahrum kaldıkları gibi âhirette de cehennem azabına mâruz kalacaklardır. Artık devam eden bir küfür ve sapıklığın neticesi bundan başka değildir.











162. Fakat onlardan ilimde mütehassıs olanlar ve mü'min olanlar sana indirilmiş, olana ve senden evvel indirilmiş olana inanırlar, ve namazı dosdoğru kılanlar ve zekâtı verenler, ve Allah Teâlâ'ya ve âhiret gününe imân edenler, var ya işte onlara elbette büyük bir mükâfat vereceğizdir.

162. Bu âyeti kerime doğru ve kesin bir ilme sahip olan, bütün dinî esasları imân edip dinî vazifelerini ifa eden bütün mü'minlerin pek büyük, müstesna bir mükâfata nail olacaklarını müjdeliyor. Şöyle ki: (Fakat onlardan) ehli kitaptan Abdullah Ibni Selâm ve arkadaşları gibi (ilimde mütehassıs olanlar) din ilminde yetki, yetenek sahibi bulunanlar (ve) mutlak olarak, muhacirini kiram ve ensarı kiram gibi (mü'min olanlar) Habibim!, (sana indirilmiş olana) Kur'an-ı Kerim'e (ve senden evvel) diğer Peygamberlere (indirilmiş olana) Tevrat, İncil gibi semavî kitaplardan herbirine (inanırlar) bunların birer ilâhî kitap olduğunu tasdik ederler, (ve) özellikle en mühim bir dinî vazife olan (namazlarını dosdoğru) bütüm erkân ve şartlarına riâyet etmek suretiyle (kılanlar ve) mükellef oldukları (zekâtı verenler ve Allah Teâlâ'ya) onun varlığına, birliğine, yaratıcılık ve i I âh lığına (ve âhiret gününe) bir yevmi kıyametin zuhura geleceğine ve onun bir ebedî mükâfat ve ceza âlemi olduğuna (inananlar) var ya (işte) onlar yukarıda azaba uğrayacakları bildirilen ehli inkârdan müstesnadırlar, (onlara elbette büyük bir mükâfat vereceğizdir.) Onlar o güzel itikatlarının, amellerinin mükafatlarını fazlasıyla göreceklerdir. Onlar cennetlere nail. Allah'ın cemâlini görme saadetine kavuşacaklardır. Ne muazzam, ebedî bir mükâfat...











163. Muhakkak biz sana vahy ettik, Nuh'a ve ondan sonraki Peygamberlere vahy ettiğimiz gibi ve İbrahim'e, İsmail'e, Ishak'a, Yakub'a, Es bat'a, İsa'ya, Eyüb'e, Yunus'a, Harun'a ve Süleyman'a vahy eylediğimiz gibi ve Davud'a Zebur'u verdiğimiz gibi.

163. Bu mübarek âyetler, son peygamber efendimizin insanlığa peygamber gönderilmesi ve ona Kur'an'ı Kerim'in inmesi, diğer peygamberlerin gönderilmeleri ve kendilerine ilâhî vahyin gelmesi gibi olduğundan drtık onun peygamberliğini inkâra ve kendisine bir kitabın birden inmesini istemeye mahal bulunmadığını ihtar mahiyetinde bulunmuştur. Şöyle ki: Resulüm Ya Muhammedi. Aleyhisselâm (muhakkak biz sana vahy ettik) İslâm'ın hükümlerini Cibrili Emin vasıtasıyle tebliğ eyledik, insanlığın ikinci babası sayılan (Nuh'a ve ondan sonraki Peygambere vahy ettiğimiz gibi) bu vahy hususunda seninle senden evvelki Peygamberlerin durumu, vaziyeti eşittir. Bu cümleden olarak (İbrahim'e, İsmail'e, Ishak'a, Yakub'a, Esbat'a) Hz. Yakub'un Hz. Yusuf gibi evlât ve torunlarına (İsa'ya, Eyüb'e, Yunus'a, Harun'a, ve Süleyman'a vahy eylediğimiz gibi) artık ehli kitap, bunlardan ne için habersiz bulunuyorlar, ne için senin başka türlü vahye mazhar olmanı istiyorlar?. Onların başka türlü vahy, başka türlü kitab inmesini istemeye ne selâhiyetleri vardır?, (ve Davud'a Zebur'u verdiğimiz gibi) sana da o şekilde Kur'an'ı Kerim'i âyet âyet, süre süre indirdik, artık Kur'an'in başka türlü verilmesini, birden inmesini neden istiyorlar. Cenab'ı Hak, ilâhî kitabını dilediği şekilde indirir. Buna kimse karışamaz.

§ Zebur; yüz elli sureden meydana gelen övgü ve saygı, va'z ve nasihati kapsayan ilâhî bir kitaptır.

§ Vahy; Lügatte kelâm, göndermek, işaret, ilham, bir şeyi gizlice bildirmek mânâlarında kullanılmıştır. Böyle hafiyyen bir şeyi bildirmeğe "iyha" denir. Şeriat dilinde vahy, Cenâb-ı Hak'kın dilediği şeyleri Peygamberlerine birer yol ile bildirmesi ve anlatması ve öğretmesi demektir. Vahy'in şöyle muhtelif yolları, mertebeleri vardır.

(1) Doğru rüya yoludur ki, ilâhî vahy, peygamberin gönderilişinin başlangıcında çoğunlukla doğru rüya ile zuhur eder. Tâki alışıklık meydana gelsin.

(2) İlham yoludur ki, Cenab'ı Hak dilediği şeyleri Yüce peygamberlerin kalblerine uyanık bir halde iken vasıtasız olarak ilka ve ilham buyurur.

(3) Hitap yoludur ki, Hak Teâlâ Hazretleri dilediği Peygamberine dilediği hükümleri melek vasıtasıyle olmaksızın ilham eder ve anlatır. Hz. Musa'ya Tevrat levhaları bu şekilde nazil olmuştur. Ve o Yüce Peygamber'e Tur dağında ilâhî emirlerini vasıtasız olarak bir hitab şeklinde tebliğ buyurmuştur.

(4) Melek göndermek yoludur ki. Yüce Allah dilediği peygamberine dilediği şeyleri melek vasıtasıyla tebliğ ve ilham buyurur. Cibril Emin'in vakit vakit gelip Kur'an âyetlerini Rasûlü Ekrem Efendimize tebliğ buyurmuş olduğu gibi.

İnsanlara gizlice telkin edilen yakışıksız sözlere, bozguncu, şeytanî vesveselere de lügat mânâsı itibariyle "vahy" denilmiştir.

§ İlham tabiri de lügatte: Haber vermek, anlatmak feyiz yoluyla kalbe düşen malûmat demektir. Vahy tabiri, ilhamdan daha kapsamlıdır. Çünkü vahy, ilham yoluyla olduğu gibi, diğer yollar ile de olabilir. Maamafih bir diğer bakımdan da ilham, vahiden daha kapsamlıdır. Zira evliyaullahın kalblerine doğan bazı ilâhî sırlar ilâhî ilimlerde bir nevi ilham eseridir. Fakat bu, vahy sayılmaz.

Her vahy ise bir Rabbani ilham, bir ilâhî tebliğdir. Bir de ilham, bazı zatların kendi şahıslarına ait bir tecelli eseri olabilir. Vahy ise umuma yönelik hükümleri kapsayan ve Yüce Peygamberlere mahsus bir imtiyaz sayılır.











164. Ve evvelce kıssalarını sana bildirdiğimiz Peygamberleri ve kıssalarını sana bildirmediğimiz Peygamberleri gönderdik. Ve Allah Teâlâ Musa ile hitap yoluyla konuşmuştur.

164. (Ve) Ey Habibim!. Bu âyetlerin inmesinden evvel veya bugünkü günden önce (kıssalarını sana bildirdiğimiz) kendilerine dâir sana malûmat verdiğimiz (Peygamberleri) gönderdik, kavimleri dine davete memur ettik (ve kıssalarını sana) şimdiye kadar (bildirmediğimiz) kimler olduğuna dâir sana malûmat vermediğimiz bir nice (Peygamberleri) de (gönderdik) insanlığı ilâhî dinden haberdar etmeğe memur kıldık. O halde Ey Son Peygamber! Senin risâlet ve peygamberliğin neden çok görülsün, neden tasdik edilmesin ki, senin peygamberlik ve risâletin sair Peygamberlerin nübüvvet ve risaleti gibi mucizelerle sabittir, temliğine memur olduğun hükümlerin yüceliği de buna şahittir, (ve Allah Teâlâ Musa ile) en yüksek bir vahy mertebesi olmak üzere (hitap yoluyla) meleklerin vasıtasıyla olmaksızın (konuşmuştur) ilâhî hükümlerini Tevrat kitabını o Yüce Peygamberine bu şekilde birden vahy ve tebliğ buyurmuştur. Artık Rasûlü Ekrem'in vahye mazhar oluşu, ona da Kur'an'ın hikmet gereği âyet âyet, sûre sûre inişi neden uzak görülsün. Evet... Son Peygamber Hazretleri de mîrac gecesinde vasıtasız ilâhî vahye. Rabbani hitaba nail bulunmuştur. Ve ona Kur'an'ı Kerim'in öyle farklı zamanlarda inişi ise bir hikmeti ilâhîye icabıdır, bir ilâhi lütuf gereğidir. Çünki bütün Islâmî hükümler İslâm'ın başlangıcında birden tebliğ edilecek olsa idi, mükellefler için pek ağır görülebilirdi, fakat öyle azar azar inmesi ile mükelleflere kolaylıklar gösterilmiş, yavaş yavaş alışıklık meydana gelmiş, o'da bu müslümanlar hakkında bir ilâhî rahmet eseri bulunmuştur.

§ Peygamberlerin sayısını Cenab'ı Hak bilir. Bir hadisi şerife göre Nebilerin (Peygamberlerin) sayısı yüz yirmi dört bindir. Bunların üçyüz otuzu Resûllük vasfına da sahiptir. Diğer bir rivayete göre de Nebilerin adedi ikiyüz yirmi dört bindir. Kur'an'ı mübinde yirmibeş Yüce Peygamberin mübarek isimleri açıkça bildirilmiştir.













165. Müjdeleyici ve korkutucu oldukları halde Peygamberler -gön-derdik ki- o peygamberlerden sonra insanlar için Cenab'ı Hak'ka karşı bir mazeret bulunmasın. Ve Allah Teâlâ güçlüdür, hikmet sahibidir.

165. Bu mübarek âyetler. Peygamberlerin ne gibi vazifelerle ve ne gibi bir hikmete binaen gönderilmiş olduklarını bildiriyor. Ve Son Peygamber Hazretlerinin peygamberlik ve risaletine ilâhî bir kitap Kur'an'ı Kerim ile Cenâb-ı Hak'kın ve meleklerin şahadette bulunduklarını beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: İnsanları hak dine davet edip imân edenleri sevap ile (müjdeleyici ve) kâfir olanları da azap ile (korkutucu oldukları halde) insanlık âlemine (Peygamberler -gönderdik- ki o Peygamberlerden sonra) onlar hak dini tebliğ için insanlar arasına geldikleri sebebiyle artık (insanlar için) biz hak dinin neden ibaret olduğunu, üzerimize ne gibi dinî vazifelerin düştüğünü bilmiyorduk diyerek (Cenâb-ı Hak'ka karşı bir mazeret) bir hüccet, nefis müdafaası için bir delil, bir bahane (bulunmasın) binaenaleyh Peygamberler gönderilmiştir, onlar şer'î hükümleri ümmetlerine tebliğ etmişlerdir. Artık hak'ki kabul etmeyen hiçbir millet, hiçbir ferd cehaletini bahane ederek kendisini uhrevî azaptan kurtaramıyacaktır. (Ve Allah Teâlâ güçlüdür) mülkünde hakimdir, bütün hükümleri ve emirleri hususunda mağlûbiyetten uzaktır ve (hikmet sahibidir) bütün fiilleri, iradeleri hikmete dayanmaktadır. İşte Peygamberleri göndermesi, onlara kitabları indirmesi de bu cümledendir.











166. Fakat Allah Teâlâ -senin peygamberliğine- sana indirmiş olduğu -Kur'an'ı Kerim- ile şahitlik ediyor, ki, onu kendi ilmiyle indirmiştir. Melekler de şahitlik ediyorlar. Maamafih Allah Teâlâ şahit olmaya kâfidir.

166. Habibim!. Senin peygamberlik ve risaletin açıktır. Buna rağmen senden semavî bir kitabın birden inmesini isteyenler, senin peygamberliğini tasdik etmemiş bulunurlar (fakat Allah Teâlâ -senin peygamberliğine- sana indirmiş olduğu -Kur'an-ı Kerim- ile şahitlik ediyor) o ilâhî kitap bir mucize söz olup senin risalet ve peygamberliğini bildirmekte ve isbat etmektedir. Öyle bir mukaddes kitap ki (onu) Cenâb-ı Hak (kendi ilmiyle) kendisine hâs olan bir İlim ve hikmetle bir eşsiz kelâm bir ebedî mucize olarak (indirmiştir.) insanlığın dikkat nazarlarına bir ilâhî şahitlik eseri olarak ortaya koymuştur. Bununla beraber Resulm!. Senin peygamberliğine (melekler de şahitlik ediyorlar) artık öyle bir takım inkarcıların tasdik etmemelerinin ne ehemmiyeti vardır?, (maamafih) Resulüm!. Senin peygamberliğinin doğruluğuna (Allah Teâlâ şahit olmaya kâfidir) senin risaletini göstermen için nice açık mucizeler, zahir deliller getirmiştir. Bunların kendileri hakkında başka şeylerden şahit getirmeye ihtiyacı yoktur.











167. Muhakkak o kimseler ki, kâfir olmuşlar ve Allah yolunda alıkomuşlardır, şüphe yok onlar pek uzak bir sapıklıkla sapıtmışlardır.

167. Bu mübarek âyetler, küfür ve zulme düşkün kimselerin hidayetten mahrum, pek korkunç akıbetlere uğrayacaklarını şu şekilde bildirmektedir, (muhakkak o kimseler ki,) o Yahudi taifesi ve emsali ki, Kur'an-ı Kerim gibi bir ilâhî kitabı inkâr ederek (kâfir olmuşlar ve) insanları aldatarak ve saptırarak (Allah yolundan) İslâm dininden (alıkomuşlardır.) Hz. Muhammed'in peygamberlik ve risaletini inkâr etmişler, öyle açık bir hakikati gizleyerek insanların İslâmiyet'i kabulüne mâni olmuşlardır. Artık böyle pek büyük bir kötülüğü yaptıkları için (şüphe yok onlar) hidâyet sahasından (pek uzak bir sapıklıkla) bir dalâlete düşmüş olmakla (sapıtmışlardır) çünkü onlar hem dalâlete düşmüşler, hem de başkalarını azdırarak dalâlete düşürmek istemişlerdir. Bu sebeple bunların hak'ka dönmeleri pek uzak bulunmuştur.











168. Gerçekte o kimseler ki kâfir olmuşlar ve zulüm etmişlerdir, onlar için Allah Teâlâ mağfiret edecek değildir ve onları bir yola iletecek değildir. 168. (Filhakika o kimseler ki,) Beyan olunduğu üzere (kâfir olmuşlar» dır ve Hz. Muhammed'in peygamberliğini inkâr etmeleri ve insanları İslâm dinine girmekten alıkomaları sebebiyle onlara (zulmetmişlerdir.) insanların dünyevî ve uhrevî iyilik ve saadetine mâni olmağa çalışmışlardır. Artık (onlar için Allah Teâlâ bağışlayacak değildir) çünki Allah'ın küfrü bağışlaması imkânsızdır, hikmeti ilâhîyeye aykırıdır, (ve onları bir yola) cennet yoluna (iletecek değildir) zira onlar böyle bir saadet yoluna girme yeteneğini kaybetmişlerdir. Onlar için hidâyet yolu, cennet yolu kapanmıştır.











169. Cehennem yolu müstesna. Orada ebedî olarak kalacaklardır. Ve bu Allah Teâlâ için pek kolay bulunmaktadır.

169. (Cehennem yolu müstesna) Cenab'ı Hak onları cehenneme kavuşturacak olan bir yola sevkedecektir. (orada) o cehennemde (ebediyen) bir daha oradan çıkmamak üzere (ebedî olarak kalacaklardır) çünki Allah Teâlâ böyle kâfirce, müşrikçe hareketleri asla mağfiret buyurmayacaktır. Püfür ve şirkin gereği bundan başka değildir, (ve bu) onların öyle cehennemde ebedî bırakılması (Allah Teâlâ için pek kolay bulunmaktadır) çünki Hak Teâlâ neyi isterse meydana getirebilir, onun isteğine hiçbir şey mâni olamaz ve hiçbir şey o Yüce Yaratıcıyı hâşâ âciz müşkülâta mâruz bırakamaz. Artık ona göre düşünmeli, daha elde fırsat var iken Hak'ka dönmelidir.











170. Ey insanlar!. Muhakkak ki size Rabbinizden bir Peygamber hak ile gelmiştir. Artık sizin için hayır olmak üzere ona imân ediniz. Ve eğer inkâr ederseniz şüphe yok ki, göklerde ve yerde her ne varsa Allah'ındır. Ve Allah Teâlâ, bilendir, hikmet sahibidir.

170. Bu âyeti kerime, bütün isanlığı sırf kendi selâmet ve saadetleri için İslâm dinine davet etmekte ve Cenâb-ı Hak'kın bütün kâinata sahip ve hâkim olduğundan onlara muhtaç olmayıp, onları cezalandırmaya kadir olduğu ihtar eylemektedir. Şöyle ki: (Ey insanlar!) Sizi irşat, sizi Haktan haberdar etmek için (muhakkak ki, size Rabbinizden) Allah tarafından en büyük bir rahmet olmak üzere (bir Peygamber) Son Peygamber Hazretleri (hak ile) Kur'an'ı Kerim ile (gelmiştir) size dinî vazifelerinizi telkin ederek uyanmanıza çalışmıştır, (artık sizin için hayır olmak) Sizi küfürden kurtarmak (üzere ona) o Peygamber'in size tebliğ ettiği Kur'an'a, İslâm'ın doğruluğuna (imân ediniz) küfürden kurtulup hidâyete kavuşmanız ancak bu sayede kabil olur. (ve eğer inkâr eder) o Peygamberi tasdik etmez (seniz) vebali, zararı size aittir, (şüphe yok ki göklerde ve yerde her ne varsa Allah'ındır) bütün kâinatın yaratıcısı, sahibi Allah Teâlâ'dır. Şirk ve küfrünüz ona hâşâ zarar vermez, nitekim imanınız da ona bir menfaat vermez. O bütün alemlerden zengindir, (ve Allah Teâlâ) sizin bütün ahvalinizi (bilendir) ve onun yüce zatı (hikmet sahibidir.) bütün fiilleri, bütün emir ve yasakları hikmet iledir, İşte bütün mü'minleri taltif etmesi, bütün kâfirleri küfürleri yüzünden cezalandırması da onun ilâhî hikmeti gereğidir. Artık o Yüce Yaratıcının, birliğini, büyüklük ve kudretini hakkiyle bilip ona göre doğru bir inanca nail olmak bütün insanlık için en kutsî ve en zorunlu bir vazifedir.











171. Ey ehli kitap!. Dininizde haddi asmayınız ve Allah Teâlâ'ya karşı haktan başkasını söylemeyiniz. Şüphe yok ki, Meryem'in oğlu ise Allah Teâlâ'nın ancak bir Peygamberidir ve onun tarafından bir kelimedir, onu Meryem'e ulaştırmıştır ve onun tarafından bir ruhtur. Artık Allah Teâlâ'ya ve onun Peygamberlerine imân ediniz ve üç demeyiniz, vaz geçiniz, sizin için hayırlı olur. Muhakkak ki, Allah Teâlâ bir tanrıdır kendisi için bir çocuk bulunmaktan yücedir. Göklerde ne varsa ve yerde ne varsa hepsi de onundur. Vekil olmak için de Allah Teâlâ kâfidir.

171. Bu âyeti kerime, Cenab'ı Hak'kın evlât edinmekten yüce olduğunu, Hz. İsa'nın Allah'ın emri ile vücude gelmiş bir yaratılış harikası bulunduğunu, bunun hakkındaki yanlı; inançlardan ehli kitabın sakınmaları lüzumunu beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: (Ey ehli kitabi) Ey Yahudi ve Hıristiyanlar taifesi!. (Dininizde) ifrat ve tefrit suretiyle (haddi asmayınız) Hz. Isa gibi bir zatı ne ilahlık derecesine yükselterek Allah'ın birliğine aykırı kanaatlere sahip olunuz, ne de onun temiz hayatına iftirada bulununuz, itidalden, hakka uymaktan ayrılmayınız (ve Allah Teâlâ'ya karşı* onun yüce ilâhlığı hususunda (haktan) lâyık olan ilâhî vasıflarından (başkasını söylemeyiniz) onun ortak benzerden, herhangi kimseleri kendisine evlât edinmekten uzak olduğunu biliniz, aksini iddiada bulunmayınız. (Şüphe yok ki. Meryem'in oğlu Isa) Hâşâ Allah'ın oğlu değil (ancak Allah Teâlâ'nın) diğer Peygamberleri gibi (bir Peygamberidir) o böyle bir peygamberlik şerefine sahiptir. Yoksa Cenâb-ı Hak'kın ortağı veya onun oğlu değildir, (ve) Isa Aleyhisselâm (onun) Allah Teâlâ'nın (tarafından bir kelimedir) onun yüce kudretinden tecelli eden bir emirdir ki (onu Meryem'e ulaştırmıştır) o emrini Cibrili Emin vasıtasiyle Meryem'e yöneltmiş ve ulaştırmıştır, o vasıta ile ruh üflemesi gerçekleşmiştir, (ve) O Yüce Peygamber (onun) Cenab'ı Hak'kın (tarafından bir ruhtur) bir ruh sahibidir ki onun yaradılışında başkalarının bir aracılığı, bir babanın gebe koyması ve diğer şey bulunmamıştır. İşte Hz. Isa böyle bir baba vasıtası olmaksızın Cenab'ı Hak'kın "kün = ol" emriyle bir yaratılış hârikası olarak vücude geldiği için kendisine bir şeref olmak üzere "kelimetullah "Allah'ın kelimesi" ve "ruhullah "Allah'ın ruhu" denilmiştir. Yoksa hâşâ Cenab'ı Hak'kın hakikaten kelimesi ruhu demek değildir. Çünki kelimeler, mlılar bileşik şeylerdir, sonradan yaratılmışlardır, Cenâb-ı Hak ise öyle terkipten ve sonradan yaratılmış olmaktan uzaktır, (artık) ey Hıristiyanlar taifesi (Allah Teâlâ'ya ve onun Peygamberlerine imân ediniz) onları lâik oldukları vasıflarla tanıyınız, ne inkâr ederek tefrite düşünüz, ne de ilahlık derecesine yükselterek ifrata varınız, (ve üç) ilâh vardır (demeyiniz) Allah ile beraber Isa da, annesi de birer Mâlıdır diye müşrikçe bir inançta bulunmayınız böyle bir inançtan (vaz geçiniz) üçlemeye inanmayınız. Böyle yanlış bir kanaatten vazgeçmeniz (sizin için hayırlı olur) Allah'ı birlemeye nail, selâmet ve hidâyete muvaffak olursunuz (muhakkak ki. Allah Teâlâ) ortaktan uzak (bir t arındır) kâinatın bir yaratıcısıdır, ezelî ve ebedî bir mabuddur. O Yüce Yaratıcı (kendisi için bir çocuk bulunmaktan yücedir) çünki çocuk ile babası arasında terkib ve cins birliği bakımından, birbirine ihtiyaç yönünden bir bağlılık bulunmak icap eder. Cenâb-ı Hak ise bu gibi mahlukata mahsus vasıflardan her yönüyle uzaktır, çoluk çocuğa ihtiyaçtan yücedir, (göklerde ne varsa ve yerde ne varsa hepsi de) yaratılış ve mülkiyet bakımından (onundur) O Yüce Yaratıcıdır. Artık bunlardan birine muhtaç, benzer olması, bunlar ile aynı cinsten bulunması katiyyen düşünülemez. Yaratıcılık ve sahiplik ise oğulluğa aykırıdır. Hz. Isa ile annesi ise Cenâb-ı Hak'ka muhtaçtırlar, onun mahlûkudurlar, onun sahipliği ve hâkimiyeti altındadırlar. Artık Hz. İsa'nın "Allah'ın oğlu" olması nasıl düşünülebilir?, (vekil olmak) bütün mahlûkatın ihtiyacını karşılayıp kendilerinin işlerini düzenlemek ve tasfiye eylemek (için de Allah Teâlâ kâfidir) mahlûkatın ondan başka bir yaratıcıya, bir mabuda ihtiyaçları yoktur. Onun pek mukaddes zatı da hiçbir hususta başkasına muhtaç değildir. Binaenaleyh kendisine yardım edecek kendisinin yerini alacak evlada da asla ihtiyacı yoktur, o bütün alemlerden zengindir.

§ Hıristiyan taifesi, başlıca dört fırkaya ayrılmışlardır.

(1) Yakubiye fırkası dır. Bunlar Hz. İsa'nın tam manâsıyla ilâh olduğuna inanırlar.

(2) Milkâniye fırkasıdır. Bunlar da Hz. Isa hakkında aynı inançta bulunmaktadırlar.

(3) Nesturiye fırkasıdır. Bunlara göre Hz. Isa, Allah Teâlâ'nın hâşâ oğludur.

(4) Merkusiye fırkasıdır. Bunlar ekanimi selâse denilen üç asla inanırlar. Ekanimi

selâse ise baba, oğul ile mhülkudusten ibarettir. Şöyle ki: Bunlara göre Allah Teâlâ ile İsa ve ruhülkudüsten ibaret olmak üzere üç tanrı vardır, bunların herbiri müstakil olarak ilahlık vasfına sahiptir. Bununla beraber bunlar yine üç Allah değil bir Allah'tır. Nekadar çelişkili sözler!. Bir üç olur mu. Ve üç birden ibaret bulunur mu?. Bunlar Hz. İsa'nın asılıp bir müddet hayatı terk etmiş olduğuna inanırlar. Demek ki, o müddet içinde kâinat, hâşâ -Allahsız kalmış ve Allah kendisini kullarının ellerinden kurtarmaya kadir olamamış?. Böyle bir eksiklik Yüce ilâh'a nasıl isnat edilebilir?. Velhâsıl: Hıristiyanların inancı, tamamen akla, hikmete muhalif, muhakemeye gayrı lâyık, son derece garib bulunmuştur.

§ Hz. Isa yüce bir Peygamberdir, Allah'ın kudretinin bir parlak eseridir. Cenab'ı Hak'kın "kün" emriyle, yani: Takdir ve iradesinin tecellisine binaen babasıs olarak yaradılmış olduğu için kendisine bir şeref olmak için "kelimetullah" denilmiştir.

§ Isa Aleyhisselâm'a "ruh" denilmesinde de şöyle birkaç yorum vardır.

(1) Son derece taharet ve temizliğe sahip olan birşeye "ruh" denilmesi insanlar arasında yaygındır. Hz. İsa'da bir babanın menisi bulunmaksızın temiz bir anneden harikulade bir şekilde dünyaya getirilmiş olduğu için kendisine ruh denilmiştir.

(2) Hz. Isa, kendisine gerektiği gibi imân edenler için bir manevî hayat vesilesi olduğu için ruh unvanını taşımaktadır.

(3) Ruh rahmet mânâsında da kullanılmıştır. Isa Aleyhisselâmda Allah tarafından insanlık için bir rahmet olduğundan dolayı böyle ruh adını almıştır. Nitekim

= kendisinden bir ruh ile onları desteklemiştir... (Mücadele 58/22) âyeti keri imesi de = kendisinden bir rahmet ile!

şeklinde tefsir edilmiştir.

(4) Ruh kelimesi, Arap dilinde "nefh = üflemek" mânâsında da kullanılmıştır. Hz. İsa'da Hak Teâlâ'nın emriyle Cibrili Emin tarafından annesi Hz. Meryem'e üflenmiş olduğu için böyle ruh adını almıştır.

(5) Hz. Isa hakkında "ruhun minh = ondan bir ruh" denilmek ruh kelimesinin böyle belirsiz olarak zikredilmesi de yüceltme ifade etmektedir. Onun şerefli, yüce, kutsî ruhlardan bir ruh olduğunu bildirmektedir. İşte bu ruhun Cenab'ı Hak'ka nisbet edilip "ruhullah" denilmesi de bu ruha saygı içindir. Yoksa Cenab'ı Hak insanlar gibi mha muhtaç olmaktan uzak olup bizzat diri ve ölümsüz olduğundan yüce zâtının mha ihtiyacı yoktur, o yücedir.











172. Mesihde Allah Teâlâ için kul olmaktan asla çekinmez. Allah'a yakın olan melekler de. Her kim onun ibadetinden çekinir ve kibirlenirse elbette onların hepsini huzuru natopl ayac akt ı r.

172. Bu mübarek âyetler, bütün mahlûkatın en yücelerinin bile Cenâb-ı Hak'ka karşı kulluk göstermekle övündüklerini bildirmektedir, İmân ve iyi amel sahihlerinin büyük mükâfatlara nail olacaklarını müjdelemektedir. Aksine hareket edenlerin de kötü âkibetlerini şöylece göstermektedir. Ey Isa Mesih'e ve meleklere ilahlık isnat edenler! Ey bu zatlara Allah'ın oğlu veya Allah'ın kızları diyenler!. Bir kere uyanınız, bu cahilce, müşrikçe inançtan vaz geçiniz: (Mesih de Allah için kul olmaktan asla çekinmez) Allah Teâlâ'ya kullukta bulunmakla övünürler, bunu kendisi için en büyük bir şeref telâkki eder. Ve Allah'a (yakın olanlar) Arş'ı taşıyanlar gibi, kerrubin adını taşıyan melekler gibi, Cibrili Emin, İsrafil vesaire gibi yüce (melekler de) bu kullukla övünürler, bundan çekinmezler. Bu melekler, en yüksek makamlarda bulundukları, en büyük tecellilere mazhar olup nice gaip şeylerden haberdar oldukları ve babasız anasız olarak varlık alanına getirilmiş bulundukları halde yine kullukla mükellef hâşâ Allah'ın kızları olmak vasfından uzak bulunmaktadırlar. Artık Hz. İsa'da bir yaratılış hârikası olup bir kısım mümtaz vasıfları taşımış olduğundan dolayı hâşâ kulluktan uzak, Allah'ın oğlu olmak vasfına sahip değildir. Bütün bu mübarek zatlar kullukla övünürler. Kaçınılacak şey ise Allah Teâlâ'dan başkasını mabut edinerek ona kulluk arzında bulunmaktır ki, bunun neticesi zillettir, en büyük azablara mâruz kalmaktır. Evet... (her kını onun) o yüce mabudun (ibadetinden çekinir ve kibirlenirse) bu kâfirce hareketinin elem verici neticesine hazır bulunsun çünki Allah Teâlâ (elbette onları) o ezelî mabuda kullukta bulunanları da, bulunmayı? kaçınanları da (hepsini) bilip âhirette (huzuruna toplayacaktır) herbirine lâyık olduğu mükâfatı ve cezayı elbette verecektir.

§ Rivayete göre: Hıristiyanlardan bulunan Necran elçileri Hz. Peygamber'in buzunmad bulunurken demişler ki: Sen ne için bizim sahibimize kusur isnad ediyorsun? Rasülü Ekrem de sahibiniz kimdir, diye sormuş, onlar da İsa'dır demişler. Hz. Peygamber de: Ben ona ne kusur isnat ettim diye buyurmuş, onlar da Sen Isa Allah'ın kuludur ve Peygamberidir diyorsun demişler. Rasülü Ekrem Efendimiz de:. Onun Allah'ın bir kulu olması bir kusur değildir, diye cevap vermiş, bu hadiseyi müteakip bu âyeti kerime nazil olmuştur.







173. Artık o kimseler ki, imân etmiş ve iyi amellerde bulunmuş olurlar, elbette onlara mükafatlarını ödeyecek ve onlara kendi lüt-fundan olarak -mükafatlanmam ırac akt ir. Amma o kimseler ki, yüz döndürdüler ve kibirlenmede bulundular, onları da elbette elîm bir azab ile azablandıracaktır. Ve onlar kendileri için Allah Teâlâ'dan başka ne bir yar, ne de bir yardımcı bulamayacaklardır.

173. (Artık o kimseler ki, imân etmiş ve) Bu imânın hariçte bir tasdiki olmak üzere (iyi amellerde bulunmuş olurlar elbette) Cenab'ı Hak (onlara) bu güzel itikat ve amellerinin meyvelerini (mükafatlarını ödeyecek) ihsan buyuracaktır, (ve onlara kendi lütfundan olarak) mükafatlarını (arttıracaktır) sevaplarını kat kat ziyade edecektir. Özellikle gözler görmemiş, kulaklar işitmemiş, ve hiçbir insanın hatırına gelmemiş olan nimetleri bolca verecektir. Hepsinin üstünde olarak da cemâli görmekle kendilerini tecellilerinin nurlarına gark edecektir, (amma o kimseler ki) bilâkis Cenâb-ı Hak'ka kulluktan yüz çevirdiler (yüz döndürdüler ve kibirlenmede bulundular) kendilerine kulluk mertebesinin üstünde gördüler (onları da) Yüce Allah (elbette elem verici bir azab ile) cehennemde (azablandıracaktır) bu suretle kibir ve gururlarının cezasına kavuşacaklardır, (ve onlar için) hiçbir vakit (Allah Teâlâ'dan başka) ondan gayrı (ne bir yar) bir yardımcı, azabı kendilerinden engellemeye hadim bir kimse ve (ne de bir yardımcı) onlardan cezayı azaltmaya kadir bir fert (bulamayacaklardır.) ebedî olarak dostlardan, yardımcılardan mahrum kalacaklardır, İşte küfr ve şirkin yakan, felâket getiren neticesi!.











174. Ey insanlar!. Muhakkak size Rabbinizden bir delil geldi ve sizlere bir apaçık nur indirdik.

174. Bu mübarek âyetler, Cenâb-ı Hak'kın insanlık âlemine ihsan buyurmuş olduğu en muazzam hidâyet rehberlerini bildiriyor, bu rehberlere tâbi olarak kulluk vazifelerini ifa edenlere de nail olacakları nimetleri müjdeliyor. Şöyle ki: (Ey insanlar!.) Ey bütün mükellef olan kullar! (muhakkak size Rabbinizden) Allah katından (bir delil geldi) hak dinin mahiyetini açıklayan ve aydınlatan bir kesin delil sizlere ulaştı ki, o da Son Peygamber Hazretleridir. Onun mucizeler ile desteklenmiş olan bütün beyanları sizin hakkınızda en kutsî, en nuranî birer delildir, (ve size bir apaçık) pek ziyade açık (nur indirdik) ki o da hikmet dolu Kur'an'ı Kerimdir. Bu ilâhî kitap, kutsal beyanları ile sahip olduğu icaz ve yücelik ile bütün hakikatları açıklayacak ve aydınlatacak bir mahiyettedir. Bunun âyetleri güzelce düşünen ve anlayabilenler için birer nurlu rehber bulunmuştur.











175. Artık o kimseler ki, Allah Teâlâ'ya imân ettiler ve ona sığındılar, elbette onları kendi tarafından bir rahmetin ve lutfun içine girdirecektir ve onları kendine yönelik bir doğru yola da hidâyet edecektir.

175. Madem ki, Allah katında bu kadar kuvvetli bir delil, çok parlak bir hidâyet nuru insanlık âlemine ihsan buyrulmuştur, (artık o kimseler ki) bunlardan istifâde ederek (Allah Teâlâ'ya imân ettiler) onun birliğine, yaratıcılığına, mâbudluğuna inanmış bulundular (ve ona) o merhamet yüce yaratıcıya (sığındılar) ona iltica edip durdular (elbette onları) böyle hareket eden kullarını o yüce mâbud (kendi tarafından bir rahmetin) bir mükâfat yurdu olan cennetin (ve fazlın) hak ettiklerinden fazla ve görülüp tasavvur olunmamış pek büyük, yüce bir ihsan ve lutfun (içine girdirecektir) onları böyle fevkalâde ilâhî nimetlerine gark edecektir, (ve onları) o mü'min, kendisine bağlı kullarını Cenâb-ı Hak; (kendine yönelik) manevî huzuruna kavuşturucu (bir doğru yola da) bir tecelliye mazhar yola da (hidâyet edecektir.) Onları İslâm dininde sabit ve ilâhî nurların tecellisiyle ruhanî zevklere nail buyuracaktır. Ne büyük saadet ve hidâyet. Yarabbi!..











176. Senden fetva istiyorlar. De ki, Allah Teâlâ kelâle -babası ve çocuğu olmayan kimse- hakkında size fetva veriyor: Bir kimse çocuğu bulunmaksızın ölüp de kendisinin bir kız kardeşi bulunursa onun için terekesinin yarısı aittir. O kimse de bu kız kardeşine vâris olur, eğer bunun çocuğu bulunmazsa. Ve eğer onlar iki kız kardeş iseler onlara terekesinden üçte ikisi aittir. Ve eğer onlar erkek ve kız kardeşler olurlarsa erkek için iki kız miras payı miktarı ait olur. Allah Teâlâ size dalâlete düşmeyesiniz diye beyan ediyor ve Allah Teâlâ herşeyi bilendir.

176. Bu âyeti kerime, bu süre'i celilenin evvelindeki âyetler gibi veraset hükümleri hakkındadır. Şöyle ki: Habibim!. Kelâle hakkında (senden fetva istiyorlar) ne miktar miras payı alabileceğini senden somyorlar. Onlara (de ki. Allah Teâlâ kelâle) hayatta babası ve çocuğu olmayan kimse (hakkında size fetva veriyor) onların ne miktara varis olacaklarını bildiriyor. Şöyle ki: (bir kimse çocuğu) veya babası (bulunmaksızın ölüp de kendisinin bir) ana baba bir veya yalnız baba bir (kız kardeşi bulunursa onun için) o kız kardeş için o ölünün (terekesinin yarısı aittir) bunu farz yoluyla alır. Kalan terekesi de asabeden kimsesi var ise ona verilir, yok ise o da bu kız kardeşe red yoluyla ait olur. Bu İmamı Azamın mezhebine göredir. Zeyid bini Sâbit'in ve İmamı Şafiî'nin mezhebine göre bu kalan tereke hazineye aittir, (o kimse de) hayatta olup bir kız kardeşi vefat edecek olsa (bu kız kardeşine) usubiyet yoluyla (varis olur) başka varisi bulunmayınca terekesinin tamamına hak sahibi olur. Bu erkek kardeşin böyle usubet yoluyla varis olması, o kız kardeşin ana bir değil de baba ana bir veya yalnız baba bir kız kardeş olduğunu göstermektedir. Çünki bir kimse yalnız ana bir kardeşine böyle usubet yoluyla varis olamaz. Belki o erkek kardeşin takdir edilmiş hissesi altıda bir olmuş olur. Velhâsıl bu kardeş böyle varis olur (eğer bunun) o kız kardeşin erkek veya kız (çocuğu bulunmazsa). Bulunursa artık o kardeş varis olamaz, (ve eğer onlar) o ölenin kız kardeşleri (iki) veya daha

ziyade (kız kardeşler iseler onlara terekesinden üçte ikisi aittir) başka varis bulunmazsa kalan tereke de kendilerine reddedilir, (ve eğer onlar) kardeşlik sebebiyle varis olanlar (erkek ve kız kardeşler olurlarsa) bu halde (erkek için iki kız miras hissesi ait olur) meselâ: Bir erkek kardeş ile bir kız kardeş bulunsalar terekenin üçte ikisi erkek kardeşe, biri de kız kardeşe verilir. Faraza bir erkek kardeş ile iki kız kardeş bulunsalar terekenin dörtte ikisi erkek kardeşe, birer hisse de kız kardeşlere isabet eder. (Allah Teâlâ size dalâlete düşmeyesiniz diye) veya sizin bu meselede cehalete düşmeniz kötü olacağı için size bu kelâlenin hükmünü böyle (beyan ediyor) artık buna göre miras hükmünü tatbik edersiniz (ve Allah Teâlâ herşeyi bilendir.) işte kullarının hayat ve ölümüne, nasıl mirasçı olacaklarına ait hususlar da bu cümledendir. Cenâb-ı Hak, sizlerin faydalan ve menfaatleri ile ilgili şeyleri size beyan buyuruyor, tâki, ona göre hayatınızı tanzim edesiniz.

§ İmamı Suyutî diyor ki: Faraiz meselelerine ait olmak üzere en son nazil olan âyet, işbu "Yesteftunek" âyeti kerimesidir.

§ Rivayete göre sehabe'i kiramdan Cabir Ibni Abdullah demiş ki: Ben baygın bir halde hasta idim: Rasülü Ekrem Hazretleri Ebubekir i Sıddık ile beraber ziyaretime gelmişlerdi, Rasülüllah Sallallahu Aleyhi Vesellem abdest almış, abdest suyundan başıma serpmiş, bunun üzerine uyandım aklım başıma geldi. Dedim ki: Ya Rasülüllah!. Benim yakınlarım ancak kelâle bulunuyor. Benim mirasım kime aittir. Bunun üzerine bu kelâle âyeti nazil olarak kelâlenin hükmü bildirilmiştir.

§ Kelâle tabiri, hem varis hem de mevrus için kullanılır. Varis için kullanılırsa bundan maksat, baba ile evlâttan başka olan varislerdir. Mevrus için kullanılırsa

bundan maksat ise kendisi için anası, babası ve evlâdı olmayın başka akrabaları varis olan kimsedir.

11 ve 12 inci âyetlerin tefsirine de müracaat ediniz!.

§ Farize, miktarı belirli olan miras payı demektir. Mirastan hisseleri nass ile belirlenmiş olan varislere de "esbabı ferâiz" denilir. Koca ile karının hisseleri gibi.

§ Asebe de baba tarafından olan akrabadır. Bir ve birden ziyade erkek ve kadın için kullanılır. Böyle bir akrabalığa "usubet" denildiği gibi bir kimseye asebe mirası vermeğe de "tasib" denilir.

§ Eshabı red ve neseb bakımından eshabı feraizden olan ve kendilerinden başka asebe bulunmadığı takdirde hem belirlenmiş miras payını alan, hem de kalan terekeye redden hak sahibi bulunan kimselerdir. Koca veya karı ile beraber bulunan kız gibi. Ve kız kardeşine tek başına varis olan erkek kardeş gibi. Nitekim bunlara yukarıda işaret olunmuştur.

Nisa sûresine ait açıklamalarımız burada son buldu. Başarı Allah'tandır.

  Alıntı ile Cevapla